Sinemada yönetmen, ne yapar? Bir sinema sitesi için garipsenecek bir soru! Evet, senaryo yazarı tarafından yazılmış bir metni, film üzerine geçirme sürecini yöneten kişi. Senaryonun gereği oyuncular seçilmiş, iç ve dış mekânlar belirlenmiş, mekânların düzenlenmesi gereken bölümleri hazırlanmıştır. Aslında yönetmenin bunlarda da etkin olması gerekir; bu ortamda oynayacak oyuncuların rolleri önce kendilerine kabûllendirilir ve sonra görüntülemenin, kamera hareketlerinin, çekim uzunluklarının plânları yapılır, kamera yerleri ve hareketleri belirlenir, istenilen görüntü için ışık düzenlemeleri yapılır…. neler söylüyorum. Bir film çekimi kolektif bir iştir, ama Metin Erksan’ın deyimi ile “herkesin benim istediğimi yaptığı, kolektif bir iştir”. Sinema en genç (7.) sanat olarak, diğerlerine farklılıklar gösterir, kolektifliği de, beraber çalışmayı gerektirecek olması da ayırıcı özelliklerindendir. İş çekimle de bitmez, laboratuar işlemlerinden sonra kurgu, seslendirme, müzik döşenmesi… aslında bunlar konusunda uzman kişilerce yapılır, hele müzik tamamen farklı bir yapı gösterir, ama müzikçinin yönetmenin yapmak istediğini anlamış olması gerekmez mi? Yani yönetmen sinema yolu ile bir şey anlatmak istiyorsa, buna senaryoyu kendisi yazarak başlayabileceği gibi başkasının senaryosunu yorumlayarak da yapacaksa, bütün bu aşamalarda etken olmalıdır diye düşünüyorum. Böylece aynı senaryodan farklı filmler yapılabileceğini sinema ile ilgilenen herkes bilir.
Ama işin farklı bir boyutuda var, biz “sanat” diyorsak da, sinemanın bir de ticaret tarafı var. Sinemanın ağırlıklı olduğu günlerde, filmler bir ticari meta olarak da hazırlanırken, yapılması gerekli görülen bazı ticari yönü baştan az olan filmlerin, yapımevine yükleyeceği giderleri de karşılamak üzere ticari yönü daha öncelikli olan filmler her yapımevi tarafından yapılmıştır; bunda da eleştirilecek bir yan bulunmamaktadır. Baştan ticari olduğu düşünülen ve bunu da haklı çıkaran filmlerin, o kadar seyircisinin bulunması da -ki ticarilik başka nedir?- bu uygulamayı haklı çıkarır.
Ticari yönü baştan az olan dedik, ister bu filmler olsun, ister ticari yönü fazla olan filmler olsun yine yukarıda belirtilen aşamalardan geçilerek yapılır. Her iki tür de yönetmen elinden çıkar, her filmin bir sav’ı vardır, bu boyutlu bir konu da olabilir, sabun köpüğü de. Sanat filmi, denilen kategori ise benim için hâlâ meçhul bir kavramdır, sinema sanatsa, film yapmak bu sanatı yapmaktır, en sabun köpüğü filmde bile sinema sanatını hakkı ile kullanarak iyi film yapma olasılığı vardır. Çok ciddi olan bir konuda yapılan filme sanat filmi demek yanlıştır, ciddi sözüne rağmen, kotarılamamış ise film, kötü olabilir ama içeriği filmi seyredilebilir kılar. Sanat filminden daha çok “sanat üzerine film” tanımı doğru olur ki bu tamamen başka bir türdür, lokal bir türdür, belgesel veya dramatik olabilir. Tekrar ediyorum, bütün bu filmleri yönetmenler ekipleri ile yaparlar. Özellikle ticari filmlerin belli türlerde devamlı yapılması hazır şablonların ortaya çıkmasına neden olabilir ki, işte burada yönetmen de mekanikleşme, bir takım teknik biçimleri tekrarlama durumunda kalabilir.
Şimdi sinemada değilde televizyonlarda giderek ortaya çıkan bir sonuca değineceğim. Ülkemize TV’nin yeni geldiği günlerde ABD kaynaklı dizileri izlerdik ve bunların 50 – 70 dakikalık sürelerde olduğunu görmüştük. Şimdi ülkemizde, sinema üretiminin azalmasından da istifade ile ağırlık kazanan televizyon dizileri önce sürelerini reklâmlarla 120 dakikaya çıkardılar. Her hafta bir bölümün çekilir olması gerektiği için de gününe yetişme çabası içinde hızlı çalışmak zorundalar. Bu bir genelleme değil ama, diziler de çoğunlukla olayın geçtiği belirli mekânlarda, belirli çatışmalar veya komik durumlar üzerine kurulu olarak gelişiyor. Seçilen beylik konular, detaylandırılarak bunlar üzerinde oynanıyor, hemen yukarıda söylediğimiz unsurlar da buna eklenince, diziler gerek oyunculuk gerek yönetim bakımından kalıplaşmalara gidiyor; burada yönetimde dizinin mekânik bir parçası olarak kalıyor.
Yönetmen hakkında tüm bu dediklerim, aslında beni uzun zamandır tedirgin eden bir deyişten kaynaklanıyor. Gazetede (Cumhuriyet) özellikle televizyonda oynayan filmlerden (sinema) söz ederken “yönetmenliğini falancanın üstlendiği…” deniliyor. Yani, filmin tüm diğer işleri ayarlanmış, kotarılmış, bir yönetilmesi kalmış, falancaya “Gel kardeşim, şunu yönet” demişler, O’da gelmiş yönetimi üstlenmiş ve iş bitmiş. Tabi böyle değil ama bu deyimi ilk okuduğumdan beri bende bu düşünceyi doğurdu. Bu gün (06 Ekim 2007) TV.de gösterilen One Flew Over the Cuckoo’s Nest filmi için “yönetmenliğini Milos Forman’ın üstlendiği” yazıldığı gibi, hemen yan sütunda Sensiz Yaşayamam içinde “Metin Erksan’ın yönetmenliğini üstlendiği” yazıyor. Ne Forman, ne Erksan yönetmenliği üstlenmemişlerdir, o filmi yönetmişlerdir. “Aynı şey değil mi?” diye sorabilirsiniz, ben “Aynı şey değil” diyorum, -belki biraz kelimelerle oynuyorum, ama- yönetmenliğin üstlenildiği filmler olabilir, fakat film yönetilir, iyi yönetilir, kötü yönetilir. Sensiz Yaşayamam bilinen bir konunun, yazım aşamasından yönetim aşamasına çok kişiselleştirilmiş bir örneğidir ki, üstlenilmiş bir görevi çok aşan bir noktadadır, filmi beğenir veya beğenmezsiniz, ama böyledir. One Flew Over the Cuckoo’s Nest üstelik bir romandan da kaynaklanmasına rağmen sinema için yeniden üretilmiştir. Senaryo yazarının (Ken Kesey’in romanından), görüntü yönetmeninin, tüm oyuncularının ve de (hele hele) Milos Forman’ın ürettiği bir üründür, üstlenilmiş görevler değil yapılmış bir iş vardır, ortada.
(14 Ekim 2007)
Orhan Ünser
16 yaşındayım. Kendimi bildim bileli tek hayalim yönetmen olmak. Sinema, hayatımdaki en önemli şeylerden biri. Yaşama amacım bile diyebilirim. Kendi senaryolarım var. Umarım birgün bende Türk Sineması için faydalı bir yönetmen olurum. Yazı için teşekkürler.
Evet, ben yönetmen olmak istiyorum. Bu mesleğe karşı çok büyük ilgim var. Daha lise öğrencisiyim, inşallah herkes ne istiyorsa onu olur.
Benimde en büyük hayallerimden biri çok başarılı bir yönetmen olmak, umarım oluruz. 🙂