Kodak Öğrenci Reklam Filmleri Yarışması’nda Mutlu Son

Kodak Öğrenci Reklam Filmleri Yarışması’nda heyecan sona erdi. Birbirinden güzel senaryolar içinde en iyileri belirlendi. Ödül töreni 26 Haziran Salı günü 21:00’de Beşiktaş Kültür Merkezi’nde (BKM) yapılıyor. Bu yıl Türkiye’de ilki gerçekleştirilen yarışma, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde 10 yılı aşan bir süredir yapılıyor. Sinema, Televizyon, İletişim, Reklam ve Medya bölümlerinde okuyan üniversite öğrencileri, yarışmanın ilk etabında yazdıkları 35 saniyelik reklâm senaryoları ile yarıştılar. Ana sponsor Pepsi’nin ürünleri için yazılan reklâm senaryolarından 10’u jüri tarafından ikinci aşamaya geçmek üzere seçildi.

Bir Filmi Göstermek

Ankara’da öğrencilik yılları -60’lı yıllar- haftada en aşağı dört film seyrettiğimiz günler. Histories Extraordinaires isimli bir film, Olağanüstü Hikayeler adı ile gösteriliyor. Afişe bakarsan Brigitte Bardot, Jane Fonda, Alain Delon ve Terence Stamp oynuyor. Filmi seyrediyorum ama Terence Stamp’ı göremiyorum. Film iki ayrı öyküden oluşuyor. İki gün sonra gazetede filmin üçüncü öyküsünün işletmecisi tarafından çıkarıldığını okuyorum. Stamp’ı neden göremediğim anlaşılıyor. Öykülerden birini Roger Vadim diğeri ise Louis Malle yönetmiş, çıkarılan öykünün yönetmeni ise Federico Fellini. Öyküler Edgar Allan Poe’dan uyarlanmış. Çıkarılan Toby Dammitt isimli öykü, “başını kaybeden” bir kişinin öyküsü. Çıkarılma nedeni olarak “seyircinin anlamayacağı” gerekçe gösterilmiş ama bu ikinci ağızdan duyduğumuz, belki üç öykünün filmi uzatmış olması da olabilir. Çünkü o zamanlar çok tanık olduğumuz bir şey de, biraz uzun bir filmin rastgele bir (veya iki) kısmını çıkarmak, seanslara sığdırabilmek için ama bunu yaparken reklâm gösterilmesinden ve fragmanlardan vazgeçilmezdi.

Quentin Tarantino’nun son filmi Grindhouse: Death Proof’ı ilk hafta seyredemedim, ikinci haftanın ilk (matine) günü Emek Sineması’na gittiğimde filmin değiştiğini gördüm, AFM Sinemalarında 15:20 seansında seyrettim (Mİ?). Seyrettim mi, diyorum çünkü, gazetelerde okuduğum ve Sn. Sadi Çilingir’in sözünü ettiği, görüntünün titrediği, hâttâ çizilmiş olduğu sekansları göremedim.

İmdi, bu sütunları okuyanlara Tarantino’nun kim olduğunu anlatmaya gerek yok, eğer ben evimden çıkıp sinemaya gidiyorsam, bu sinema tutkunu adamın, sinema birikimi kullanarak yaptığı, öyküsü ne olursa olsun, içinde sinemanın eskilerine -hem teknik hem film olarak- bir çok göndermenin olması nedeniyledir; çünkü eskinin film türlerini yeniden ele alarak, hâttâ o türdeki (hâttâ başka türdeki) filmlerden esinlerde içerecek şekilde bilinen öyküleri yeniden kurarken, sahip olduğu kendine has, hareketli, tekniği sağlam ve esprili dilini beğendiğim içindir. Bilmiyorum etkisi var mı ama filmin başında üç, sonra da dört kızın arabada uzun uzun konuşmaları bana Godard’ın La Chinoisi filmini hatırlattı. Filmde bir çok kez adı geçen Richard Sarafian’ın Vanishing Point filmi ile Tarantino’nun anlattığı öykünün tek bağlantısı Dodge Challenger araba ve ıssız yollar. Benim için çok özel bir film olan Vanishing Point’in, sırf adını duymak için bile giderdim Death Proof’a.

Tarantino’nun filmleri hızlı filmlerdir, dakikalarca iki-üç kişinin konuşmasını anlatırken bile, konuşma hızı, konuşmanın hızla giden arabada olması ve cut’larla devamlı değişen açıları ve (en önemlisi) oyuncuların gerçekten “o kişilermiş” gibi yapmacıksız konuşmaları, konuşulanın ne kadar uçuk da olsa izlenmesine neden oluyor. İlk parti kızların oturdukları café’de duvarlardaki -çoğu tam olarak gösterilmeyen- eski film afişleri yolu ile de eski günlere göndermeler yapılırken, araya sıkıştırılmış toplamı iki-üç dakikayı geçmeyecek titrek görüntüleri, çizili görüntüleri kesmek, kimin aklına esti bilmiyorum ama, bu adamın (Tarantino’nun) bu filmi yapmasındaki, asıl düşüncelerden birini, bilgisizce, hiç umursamadan, yok saymak ve bilerek yapılan bir şeyi (!) zayi etmektir. Görmemin mümkün olmadığı sahneler, o sahnelerin normal görüntülü, net ve çiziksiz olması halinden, daha fazla (emek ve) teknik ile elde edileceğini bilmiyorlar mı ki, böyle keyfi davranabiliyorlar.

Aynı düşünceden hareketle, Bunuel’in El Angel Exterminmador ve Derviş Zaim’in Filler ve Çimen filmlerindeki tekrar sahnelerini de kesmek mi gerekecek.

Eğer bir film yönetmek olanağım olsa idi, filmin -belki de sıradan- bir sahnesinde, oyuncuları durdurur, fakat kamerayı durdurmadan, görüntüye girerek oyuncuya rolünü tarif ettikten sonra, yeni klâket kullanarak çekime kestiğim yerden devam etmeyi düşünürüm. Fellini E La Nave Va’nın finalinde, bütün filmin geçtiği geminin güvertesinin bile dekor olduğunu, kamerasını geriye kaydırarak göstermiyor mu? Filmde deniz hiç gözükmez, ama denizi görmediğiniz fark etmezsiniz ama hep bir gemidesinizdir.

Biraz saygılı olalım.

(29 Haziran 2007)

Orhan Ünser

Medyavizyon Dağıtımı ile 26 Ekim’de Sinemalarda: Yaşamın Kıyısında

Fatih Akın’ın son filmi Yaşamın Kıyısında, 26 Ekim 2007′de sinemalarda gösterime giriyor. 60. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan film, En İyi Senaryo Ödülü’nün sahibi olmuştu. Başrolünde Nurgül Yeşilçay’ın oynadığı filmin konusu şöyle: Altı kişilik yolculuğun bir ucu Bremen kentinden Karadeniz’e, diğer ucu Türkiye’nin İstanbul’undan Bremen’e ulaşmaktadır. Öykünün iki bölümü paralel olarak gelişirken her birindeki üçer kahramanın yolları, ara sıra kesişse de, öykülerdeki kahramanlar arasında herhangi bir temas yaşanmamaktadır. Ancak her bölümdeki bir kişinin vefat etmesi, kaçınılmaz bir şekilde birbirine bağlanmış kaderleri bir araya getirir.