Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

Avusturya’nın En İyi Yabancı Film Oscar Adayı, 17. Gezici Festival’de Gösteriliyor

Avusturya, bu yıl 02 – 18 Aralık tarihleri arasında düzenlenecek olan 17. Gezici Festival’e, yönetmenliğini Karl Markovics’in yaptığı Atmen adlı film ile katılıyor. Avusturya Kültür Ofisi’nin Kasım – Aralık 2011 programına göre Atmen, 2012 yılı Oscar Ödülleri’nde Avusturya’nın yabancı film dalında Oscar adayı seçildi. Film, serbest mahkûm olan bir genç suçlunun, ölümün kendisine bir nevi gözetim memuru oluşunu anlatıyor. Avusturya Kültür Ofisi ayrıca 23 – 30 Kasım 2011 tarihleri arasında düzenlenecek olan 23. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali’ne de 4 kısa filmle destek veriyor.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Web Sitesi
  • Gezici Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Avusturya’nın En İyi Yabancı Film Oscar Adayı, 17. Gezici Festival’de Gösteriliyor yazısına devam et
  • Canavarlar Sofrası, Montpellier’de JAM Müzik Ödülünü Kazandı

    Yönetmenliğini Ramin Matin’in yaptığı ve müziklerini Barış Diri’nin bestelediği Canavarlar Sofrası, 33. Montpellier Cinemed Akdeniz Film Festivali’nde yarıştığı uzun metraj ana yarışma bölümünde JAM En İyi Film Müziği ödülünü kazandı. 24 Ekim Pazartesi günü Salle Pasteur’de yapılan ve yoğun ilgi gören Avrupa galasının ardından seyirciler ve Fransız basını yönetmen Ramin Matin ve senarist Kamdine Khosrowkhavar’ı soru yağmuruna tutmuşlardı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Canavarlar Sofrası, Montpellier’de JAM Müzik Ödülünü Kazandı yazısına devam et
  • Kule Soygunu

    Brett Ratner’ın yönettiği ve Ben Stiller, Eddie Murphy, Matthew Broderick ile Tea Leoni’nin oynadığı Kule Soygunu (Tower Heist), 04 Kasım 2011’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Josh Covacs’ın yönettiği New York’un en lüks binaların birinin en üstündeki dairede yatırımcılarından iki milyar dolar çalan Arthur Shaw ev hapsinde tutulmaktadır. Aldatılanlar arasında bina çalışanları da vardır ve Arthur’u soymayı plânlamışlardır. Amatör olsalar da binayı herkesten iyi biliyorlardır. Yıllardır korusalar da binayı bu kadar iyi bildiklerini yeni fark etmişlerdir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kule Soygunu yazısına devam et
  • Gelecek Uzun Sürer, 11 Kasım’da Sinemalarda

    Özcan Alper’in yönettiği Gelecek Uzun Sürer, 11 Kasım’da sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Son olarak 17 – 24 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen 18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Yılmaz Güney Jüri Özel ödülü başta olmak üzere SİYAD – Sinema Yazarları Derneği En İyi Film ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Müzik ödüllerine lâyık görülen filmin başrol oyuncularından Durukan Ordu da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanmıştı. Filmde ağıtlar üstüne araştırma yapan Sumru’nun güneydoğuya yaptığı yolculuk konu ediliyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Erzurum’da Düzenlenen 6. Uluslararası Dadaş Film Festivali Ödül Töreniyle Sona Erdi

    6. Uluslararası Dadaş Film Festivali’nde Cüneyt Arkın ve Filiz Akın’a onur ödülü verildi. Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk, törende yaptığı konuşmada, bu yılki festivalin bazı bölümlerinin Van’da yaşanan deprem nedeniyle iptâl edildiğini söyledi. Konuşmaların ardından Cüneyt Arkın ödülünü oğlu Kaan Cüreklibatur’dan, Filiz Akın da Vali Öztürk’ün elinden aldı. Festivalde Uzun Metraj Film Yarışması En İyi Film Ödülü Gişe Memuru’na, Halk Jürisi Ödülü ise Türk Pasaportu’na verildi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Erzurum’da Düzenlenen 6. Uluslararası Dadaş Film Festivali Ödül Töreniyle Sona Erdi yazısına devam et
  • Fida Film’den Açıklama

    Anadolu Kartalları filminin oyuncularından Filiz Taçbaş’la ililgi medyada çıkan haberler üzerine Fida Film açıklama yaptı. Açıklama şöyle: “Değerli basın mensubu; Anadolu Kartalları filmi oyuncularından Sayın Filiz Taçbaş’ın son birkaç gündür medyada yaptığı açıklamaları üzüntüyle izlemekteyiz. Sayın Taçbaş filmin afişinde kendi adının bulunmadığı şeklinde açıklamalar yapmakta, suçlayıcı ve küçük düşürücü ifadeler kullanmaktadır. Ekteki afişte de görüldüğü gibi Sayın Taçbaş’ın adı afişte kullanılmaktadır. Fida Film olarak konuyla ilgili tüm yasal haklarımızın saklı olduğunu bildirir, konuyu bilgilerinize sunarız.”

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Fida Film’den Açıklama yazısına devam et
  • Altyazı Dergisi’nin Kasım Sayısı Bayilerde

    Altyazı Dergisi, yılın en tartışmalı filmleri arasında yer alan Terrence Malick’in Hayat Ağacı filmini kapağına taşıyor. Derginin yeni sezonda görüntülü olarak gerçekleştirmeye başladığı İzliyorum’un Kasım sayısındaki konuğu Kutluğ Ataman. İlk filmi Polis’ten bu yana absürd bir sinema anlayışını sürdüren Onur Ünlü’nün yeni filmi Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi vizyona girerken, Ünlü’nün yönetmeliği, senaristliği ve şairliği bir arada değerlendiriliyor. Dergide ayrıca Bir Zamanlar Anadolu’da, Salgın, Eylül, Melankoli, Habemus Papam ve Bu Bir Film Değil’in eleştirileri var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altyazı Dergisi’nin Kasım Sayısı Bayilerde yazısına devam et
  • Genç Film Yönetmenine Kariyer Dersleri

    Sinema Dergisi’nin düzenlediği bir anket, bu konu hakkında düşüncelerimi genç sinemacılarla paylaşmaya zorladı. Sinema Dergisi, 5.000 kişiyle internet üzerinden yaptığı anketle yüzyıl içinde yapılmış Türk filmeri arasında “en iyi 10 filmi” seçmiş. Bu ülkede yapılan 6.500 film arasında en iyi 10 filmi sinema tarihçilerine, araştırmacılara ve konunun uzmanlarına değil de internet kullanan genç insanlara sorarak bulmuşlar.

    Elbette çoğu genç olan bu sinema seyircileri, seyrederek etkilendikleri filmler arasında çok yanıltıcı sonuçlara ulaşmışlar. Bu sonuçların bir değeri olmayabilir. İlgilendiğim konu bu değil. Beni düşündüren, seçenlerin gençler olması ve seçilen filmlerin çoğunlukla “gişe”de başarılı filmler olması. Son yıllarda sinema alanında kariyer yapmak isteyen genç yönetmenlerin hızla çoğaldığını görüyorum. Bir yılda çekilen 70 filmin neredeyse 50’si “ilk film” olarak genç yönetmenlerin filmi. Bu yazım onlara yöneliktir.

    Ankette seçilen filmlerin “gişe” filmleri olmasının altını bilerek çiziyorum. Bir çoğunu bende beğenerek izledim. Elbette sinema bir kitle sanatı olarak “gişe”yi göz ardı edemez. Ancak “Sinemada kariyer” söz konusu olunca -ki sinema da kariyer öncelikle yönetmene ait bir vasıftır- tek başına “gişe” yönetmenine kariyer sağlayamaz. Yönetmeni ve filmini sinema tarihinde unutulmaz kılan ve akıllarda kalmasını sağlayan sır, hüner ve güç “gişe”yle âlâkalı değildir. İşte bu noktada genç yönetmenin taze ve dupduru yaratıcı gücünün “gişe tuzağı”ndan uzak durması için anket sonuçlarına değil Türk Sineması’nın “kariyer sahibi” yaratıcılarının kimler olduğuna bakması gerekiyor.

    Yüz yıl içinde binlerce filmi yapan yüzlerce yönetmen arasında adını sinema kariyeri açısından sayabileceğimiz yönetmen sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu isimleri sayarsak meramımızı anlatmış oluruz. Eski kuşaklardan Lütfi AKAD, Metin ERKSAN, Atıf YILMAZ, Yılmaz GÜNEY, Şerif GÖREN, Zeki ÖKTEN, Ömer KAVUR’u yeni kuşaktan da Nuri Bilge CEYLAN’ı ekleyebiliriz. Reha ERDEM, Derviş ZAİM ve Semih KAPLANOĞLU’nun da parlak kariyerlere ulaşacak üç isim olacağını düşünüyorum. (Adlarını anmak istediğim ve sevdiğim bir çok yönetmen arkadaşımın bana güceneceğini düşünerek belirtmeliyim ki; benim ölçü aldığım kariyer eleği, dünya sinemasıdır.)

    Genç yönetmenlerin yolunu parlak ışıklarla aydınlatan bu isimlerin yaptığı filmlerin hiç birinin gişesinde birkaç milyon bilet kesilmemiştir. Yılmaz GÜNEY’in “UMUT” isimli filmi ilk gösteriminde seyircinin ilgisini çekmediği için, birkaç gün içinde afişlerden indirilmiştir. Film yasaklanıp Danıştay kararı ile gösterilince, birkaç sinemada yeniden gösterilmiştir. “UMUT”, Yılmaz GÜNEY sinemasının tek ve unik örneği olarak Yılmaz’ı dünya sinemasına taşımıştır. Yılmaz GÜNEY’in sinema kariyerini parlatan ve unutulmaz kılan, üç önemli filmin “SÜRÜ”, “DÜŞMAN” ve “YOL” filmlerinin senaryolarını yazmış olmasıdır.

    Anketçilerin henüz piyasada DVD’si bile olmayan “UMUT”u görmeleri elbette mümkün değildi. Metin ERKSAN’ın “SUSUZ YAZ”ı ve “YILANLARIN ÖCÜ”nün de seyredilebildiğini de sanmıyorum. “SUSUZ YAZ” Berlin de “Altın Ayı” kazandığıda unutulmuş olabilir. Zeki ÖKTEN’in “SÜRÜ” filmi az çok adını duyurmuş olsa da “FAİZE HUCÜM” isimli beş “altın portakal” kazanan filmi, sinemalarda bir hafta afişlerde kalamamıştır. Nuri BİLGE CEYLAN’ın bir sinema klâsiği olan “KASABA”sı tek kopya olarak bir sinemada bir hafta gösterim yapabilmiştir. Nuri’nin diğer filmleri de gişe de başarılı sayılmaz. Öte yandan Nuri’nin on yıl içinde yaptığı altı filmden beşi dünyanın en prestijli festivali olan CANNES’a seçilmiş ve biri hariç hepsi de en önemli ödülleri kazanmıştır. Bir diğer filmi de “MAYIS SIKINTISI” Berlin’e seçilmiştir. Bu filmler dünyanın bir çok ülkesine satılmış ve sadece Fransa’da bizdeki gişe rakamlarını ikiye katlamıştır. Devlet, Türkiye’nin tanıtımı için her yıl milyonlarca dolar harcama yapar. Nuri ise tek başına sinema kariyeri ile ülkesini tüm dünyaya çok daha etkin olarak tanıtmıştır. Nuri sinema alanında dünya çapında kariyer yapmıştır. Ayrıca kariyeri gereği sinemadan başka bir iş düşünemez. İşte kariyer budur.

    Genç yönetmenin kariyeri için “gişe tuzağı”na düşmemesi yetmez. Ülkesini ve insanını yakından gözlemesi, ülke sorunlarına duyarlılık göstermesi, halkının macerasını, değişim ve dönüşümünü populizme düşmeden anlatması gerekir. Günümüzün sinemasında en çok eksikliğini hissetiğim konu budur. Ülkemiz 21. yüzyılın ilk on yılında olağanüstü değişim ve dönüşüm yaşarken bunun sinemamızda karşılığını bulması gerekmez mi? 20. yüzyılın son kırk yılında yukarıda adını andığım sinemacıların bir çoğu sadece bu duyarlılıkları nedeni ile vahşi ve ceberrut devlet baskısı ile hapishanelerde yattılar. Filmleri sansürlendi, yasaklandı ve yakıldı. Devletin kalın ve zalim zırhı son elli yıl içinde görece olarak incelmiş olması, genç yönetmenleri daha cesur projeler üretmesi için kışkırtması gerekmez mi? 30 yıldan beri süren iç savaş nasıl olur da sinemamızın ilgisini çekmez. Aynı topraklarda birlikte yaşadığımız Kürt halkının acısını sadece Kürt yönetmenler mi dert edinmeli? İrlanda iç savaşının yüzlerce filmini İrlandalı yönetmenler değil, İngiliz yönetmenler çekti. Keza ETA ile ilgili birçok filmi İspanyol yönetmenler çekti. Ülkemizdeki insan haklarının, düşünce özgürlüğünün, kadın ve çocuk haklarının, topluma ait varlıkların seçilmişler tarafından yağmalanmasının sineması yok mudur?

    Kariyer sahibi bir film yönetmeni ülkesinin vicdanıdır. Çünkü toplumun en duyarlı yüreklerinden biridir. Bu nedenle sayıları fazlaca değildir. Genç yönetmen unutmamalıdır ki sinemada kariyer yapmanın ülkesinin acısı ile bir bağı vardır. Böyle bir derdin tasan yoksa sinemada kariyer peşinde koşman boşunadır.

    Öte yandan bu bağı ve acıyı hissetmeden film yapanı da veya yapıp da beceremeyeni kimse suçlayamaz. Ey genç yönetmen bir anlatıcı olarak ilkel duyguları istismar ederek kaba güldürüler ve ucuz melodramlar yaparak gişede başarı da kazanabilirsin. Genç ve yaratıcı ruhunu gişede satarak “gişe filmleri yönetmeni” olarak kariyer de yapabilirsin. Hatta bu başarın medya tarafından pohpohlanıp desteklenerek ünlü ve zengin bir yönetmen de olabilirsin. Ya sonrası? Sonrası, artık “gişe tanrısı”na inandığın için gözün başka gerçeklere kapalıdır. Senin önemsemediğin “gerçek”leri anlatan yönetmenleri de küçümsemeye başlar onları aşağılayan demeçler verirsin. O yönetmenlerin çektiği filmleri bir iki dakika bile seyretmeye dayanamazsın, çünkü sana bir işkence gibi gelir. Ama öte yandan zalim zaman akar gider ve sen yaşlandığında dönüp geriye baktığın zaman, yukarıda saydığım isimlerin arasında adını göremezsin. Bırakın “en iyi on film”i “en iyi bin film” arasında bile tek bir filmini göremezsin. İşte o zaman kariyerin için hüzün dolu bir ah çekersin. Söyle bana umut dolu genç yaratıcı, o zaman kimi suçlayacaksın?

    (05 Kasım 2011)

    Sabahattin Çetin

    Arka Pencere Dergisi 2. Yaşını Kutluyor

    Arka Pencere Dergisi, 105. sayısında, kapağına bir Hitchcock mozaiği yerleştiriyor. Tunca Arslan, köşesinde Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 50. yılında Korhan Yurtsever imzalı Kara Kafa’yı hatırlıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm, Anadolu Kartalları, Zamana Karşı, İkili Oyun ve Johnny English’in Dönüşü yer alıyor. Dergi bir Hitchcock alıntısıyla sona eriyor: “İngiltere’deyken daima zirvedeki yıldızlarla ve en iyi yazarlarla işbirliği yapmıştım. Amerika’da ise çalışma tarzıma tepeden bakan ve burun kıvıran birçok yıldız ve yazar tarafından geri çevrildim.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi 2. Yaşını Kutluyor yazısına devam et
  • Cem Başeskioğlu’na Öğrencileri Bakıyor

    Haseki Hastahanesi’nde iki taraflı zatürre teşhisi ile yatmakta olan yönetmen, senarist ve öğretim görevlisi Cem Başeskioğlu’na öğrencileri sahip çıktı. Sanatçının çok varlıklı olan ailesi ve 3 kız kardeşinin kendisiyle ilgilenmedikleri bildiriliyor.
    Yönetmenliğini yaptığı Sen Ne Dilersen adlı uzun metraj filminde rol alan ünlü oyuncuların kendisini ziyaret etmemelerinin sinemamızın klâsik vefasızlıklarının bir örneği olduğunu belirten sanatçı, sağlığına kavuştuğunda daima güçsüzlerin yanında olacağını belirtiyor. Garanti Bankası Karagümrük Şubesi’nde adına yardım hesabı açılan değerli sanatçıya acil şifalar diliyoruz.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Cem Başeskioğlu’na Öğrencileri Bakıyor yazısına devam et
  • İşçi İstediler İnsan Çıktılar

    Almanya’ya Hoşgeldiniz (Almanya: Willkommen in Deutschland)
    Yönetmen: Yasemin Şamdereli
    Senaryo: Nesrin Şamdereli-Yasemin Şamdereli
    Müzik: Gerd Baumann
    Görüntü: Chau Ngo
    Oyuncular: Fahri Ogün Yardım (Genç Hüseyin), Vedat Erincin (Yaşlı Hüseyin), Demet Gül (Genç Fatma), Lilay Huser (Yaşlı Fatma), Şiir Eloğlu (Leyla), Aliye Artunç (Çocuk Leyla), Ercan Karaçaylı (Muhammet), Kaan Aydoğdu (Çocuk Muhammet), Aykut Kayacık (Veli), Aycan Vardar (Çocuk Veli), Denis Moschitto (Ali), Petra Schmidt Schaller (Gabi), Aylin Tezel (Canan), Rafael Koussouris (Cenk)
    Yapım: Roxy Film (2011)

    Almanya’da doğmuş, büyümüş, okumuş ve yönetmen olmuş Yasemin Şamdereli’nin “Almanya’ya Hoşgeldiniz” filmi, akıcı kurgusuyla Almanya’ya göç etmiş bir işçi ailesinin hikâyesini anlatıyor.

    Almanya’nın Dortmund şehrinde 1973’te doğan Yasemin Şamdereli, 2011 yapımı “Almanya: Willkommen in Deutschland – Almanya’ya Hoşgeldiniz” filmiyle 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin “Uluslararası Yarışma”sında “En İyi Film” olarak “Altın Portakal” kazandı. Yönetmenin Zaza kökenli ailesi, 1959 yılında Tunceli’den Almanya’ya göç eden ailelerden ilki olmuş. Yönetmen, Münih Film ve Televizyon Yüksekokulu’nda (Hochschule für Fernsehen und Film München) okudu. Kısa filmler çekti. Televizyon dizileri yönetti. “Almanya’ya Hoşgeldiniz”, yönetmenin ilk uzun sinema filmi. İşte bu yönetmen, etkileyici bir gözlemle iki kültürü eğlenceli bir sinema diliyle perdeye yansıtıyor. Bu hikâye, Yılmaz ailesinin birkaç kuşağının Almanya macerası. Aslında bu macera, Türkiye’den Almanya’ya çalışmak için göç etmiş Türkiye’deki insanların hikâyesi. 1961 yılında başlıyordu asıl macera. Birkaç yıl öncesinden göçler başlasa da. Münih şehri bir simge bu işçi göçü için. Tren, Münih tren garına giriyor ve bambaşka bir kültür karşılıyor göçmen işçileri. Filmde, siyah-beyaz ve renkli belgesel görüntüler de kullanılmış. Bu durum, gerçeklik duygusunu çoğaltıyor. Film, 1960’ların ortasındaki işçi göçünü anlatıyor. Münih’e trenle gelen Hüseyin Yılmaz, bir milyonuncu göçmen işçi olacakken İtalyan işçiye yol verince 1 milyon birinci işçi oluyor Almanya’ya göç eden. İşte bu film, 1 milyon birinci işçinin şimdiki ve geçmişteki hayatının hikâyesini anlatıyor. Elbette ailesinin de.

    Koskoca bir macera…

    Artık emekli olmuş Hüseyin ve eşi Fatma, yıllar sonra Alman vatandaşlığına geçmişler. Fatma, Alman pasaportu alacağı için sevinirken Hüseyin buna hiç sevinemiyor. Oğulların, kızların, torunların toplandığı bir aile yemeğinde Hüseyin Türkiye’den ev aldığını söylüyor. Yönetmen, mizah yüklü bu filminde kültürlerarası çatışmaları da hicivli bir dille yansıtıyor perdeye. Küçük torun Cenk, okuldaki Avrupa haritasında Türkiye İstanbul’a kadar olunca atalarının geldiği yeri gösteremiyor. Mutsuz Cenk’i mutlu etmek için bir başka torun Canan, dede ve ninesinin hikâyesini anlatmaya başlıyor Cenk’e. Seyirciler de Cenk’le beraber bu büyük aşkı ve göçü öğreniyor. Geçmiş ve şimdiki anlar muhteşem biçimde iç içe geçirilerek anlatılıyor ki, bunun tadını ancak perdede alabiliyorsunuz. Adı belirtilmeyen Türkiye’nin doğusunda bir köyde ağanın kızı Fatma’ya tutulan genç Hüseyin, zorla da olsa aşkına ulaşıyor. Sonra da Almanya yollarına düşüyor. Her işi yapan Hüseyin, çocuklarının haylazlığından olmalı ailesini de yanına alıyor. Günümüzde uçakla Türkiye gelen aile, doğuda Mardin plâkalı bir minibüsle yollara düşüyorlar köye ulaşmak için. Orada da Canan, hikâyenin geriye kalanını anlatıyor küçük Cenk’e. Yine seyircileri hoş anlar bekliyor bu anlarda da. Sadece geçmişe dair değil, şimdiki zamanlarda da seyirciye iyi gelen hoş anlar var.

    Unutulmaz anlar…

    Filmdeki en hoş anlar, küçük Muhammet’in Hz. İsa ve Coca Cola’yla kurduğu iletişimdi. Köydeki arkadaşı ondan Almanya’dan kola istiyor. En yakın arkadaşı Muhammet’e çarmıha gerilmiş İsa’dan da söz ediyor. Bu iki figür hayatında çok önemli oluyor Muhammet için. Muhammet bir genç olduğunda süpermarkette devasa kola şişesini görüyor ve çocukluğunun huzurunu yaşıyor şişeye sarıldığında. Bu sahnede, Antonioni ustanın 1961 yapımı siyah-beyaz “İl Notte – Gece” filmi aklımıza geliverdi. Antonioni, “Gece” filminin girişinde önce kiliseyi, ardından Pirelli binasını, sonra da hastaneyi gösteriyordu peş peşe. Antonioni bu sekansta kilisenin yerini Pirelli’nin aldığını ve kapitalizmin de hastanelik olduğunu metaforik bir anlatımla yansıtıyordu. Şamdereli bunu tersine çevirerek, Hz. İsa yerine Coca Cola’nın insana huzur ve mutluluk sunduğunu söylüyor. Ailenin Münih’e geldiği ilk anlar da filmden unutulmazlarından. Babanın geçmişte, kültürlerini unutmamaları için ailesini köye götürdüğü sahnelerde yabancılaşmalar da fark ediliyor. Yeni kuşakların iki kültür arasında kaldığını da görüyorsunuz. Filmde sadece, Muhammet’in abisi Veli’den derin nefretini anlamlandırmak zordu. Filmin bütün final bölümünün etkileyici olduğunu da belirtmeli. Filmin bütün oyuncularının performasları da muhteşem. Filmin diyalogları da iyi işlenmiş. Filmin görselliğinin çok estetik olduğunu söylemeliyiz. Vietnamlı kameraman Chau Ngo filme çok şey katmış. Kurgu da, seyircinin hikâyenin içine girmesini kolaylaştırmış. Alman sinemasının ruhu sinmiş bu filme. Fonda duyulan müzikler de ruha iyi geliyor bu filmden. Ama, en çarpıcı olan, belgesel görüntülerde bir Alman yetkilinin “İşçi bekliyorduk insanlar geldi” demesiydi belki de. Her ne kadar kültürel çatışmalar olsa da, Almanların Türkleri sevdiğini anlıyorsunuz filmde. “Almanya’ya Hoşgeldiniz” filmi sinemasal belleğe alınmalı. Filmin ön jeneriğinin de özel olduğunu belirtelim.

    (Bu yazı 04 Kasım 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (04 Kasım 2011)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Tenten’le Maceradan Maceraya

    Tenten’in Maceraları (The Adventures of Tintin)
    Yönetmen: Steven Spielberg
    Eser: Hergé
    Senaryo: Steven Moffat-Edgar Wright-Joe Cornish
    Müzik: John Williams
    Görüntü: Janusz Kaminski
    Seslendirenler: Jamie Bell (Tenten), Daniel Craig (Sakharin), Andy Serkis (Kaptan Haddok), Toby Jones (Yankesici), Nick Frost (Müfettiş Dupont), Simon Pegg (Müfettiş Dupond)
    Yapım: Columbia-Paramount (2011)

    Belçikalı çizer Hergé’nin yarattığı “Tenten”, sinemanın önemli yönetmenlerinden Steven Spielberg tarafından sonunda “Tenten’in Maceraları” olarak sinemaya üç boyutlu uyarlanabildi. Devamı gelecek gibi.

    Ünlü çizgi roman kahramanı Tenten, sonunda Steven Spielberg tarafından sonunda sinemaya uyarlanabildi. Üç boyutlu çekilen 2011 yapımı “The Adventures of Tintin – Tenten’in Maceraları”, bir hazine peşinde seyircileri maceradan maceraya koşturuyor. Neredeyse nefes nefese bırakıyor insanı bu macera. Brüksel’de sıradan bir günde genç gazeteci Tenten, yanında sevimli köpeği Milu, ressama resim çizdirirken Yankesici, rahatça insanların cüzdanlarını yürütüyor. Tenten, resmi çizdirdikten sonra bitpazarında “Tekboynuz” adında bir gemi maketine vurulup satın alıyor. Peşi sıra Sakharin, nam-ı diğer “Kızıl Rackam” bitiyor maketi ondan almak için. Tenten maketi vermeyi reddedince tadına doyulmaz macera da başlıyor böylece. Spielberg bu filmini, Hergé’nin “Le Crabe aux Pinces d’Or – Altın Kıskaçlı Yengeç” (1941), “Le Secret de la Licorne – Tekboynuzun Esrarı” (1943) ve “Le Trésor de Rackham le Rouge – Kızıl Korsanın Hazinesi” (1944) eserlerinden çekmiş. Hergé’nin bu çizgi romanlarını bilince daha heyecanlı oluyor sanki. Bilmeseniz de, Spielberg sinemasal tat almanıza yardımcı oluyor. Gemi maketiyle eve gelen Tenten, geminin direğinin içinden çıkan metal parçasının farkında olmadan geminin hikâyesini öğrenmek istiyor. Kendisi yokken evi darmadağın olan Tenten, Milu’nün yardımıyla metal parçasını buluyor ve gizemin içine dalıyor. Shakharin, Tenten’i kaçırtıp yola çıkan gemisine esir alıyor. Ama unuttuğu bir şey var Sakharin’in. O da Milu… Sakharin, metalin içindeki parşömende yazılı şiirin peşinde. İlk maket gemiyi bulan Sakharin, Tenten’deki şiiri ele geçiremeden üçüncü maket geminin peşine düşüyor. O da Fas’ta. Müzik tutkunu Ömer Bin Salad (Gad Elmaleh) adında bir Arap kaçakçı. Sesiyle kırılmaz denilen camları kıran soprano Bianca Castafiore (Kim Stengel) hayranı bu kaçakçı. Gemideki esaretinden Milu’nün yardımıyla kurtulan Tenten, bir kamaraya hapsedilmiş ve kendini içkiye vurmuş Kaptan Haddok’la tanışıyor. Kaptana cesaret veren Tenten, beraberce gemiden kaçıp Sahra çölüne düşüp Fas’a geliyorlar. Ama her şey bu kadar basit değil tabii ki. Seyredilmeye doyulmaz bir dolu maceradan sonra hazineye, Kaptan Haddok’un çocukluğunda yaşadağı Mulensar Şatosu’na ulaşıyor kahramanlarımız. Amerikalıların, Thompson ve Tomson olarak adlandırdıkları polis müfettişleri Dupont ve Dupond, filmdeki en keyifli ve eğlenceli karakterler.

    Hergé’nin Tenten macerası…

    Filmin görselliğinin tadına ancak sinema perdesinde varılıyor. Okyanusta ve Sahra’da geçen sahneler gerçekten büyüleyici. Elbette Fas sahneleri de. Aksiyon sahneleri o kadar heyecanlı ki, takip etmekten yoruluyorsunuz. Bu sahneleri seyirciler keşfetmeli ve yaşamalı. Hem de sinemaskop ve üç boyutlu olarak. Bilgisayar teknolojisinin bu kadar kuşattığı sinema bir yerlere gidiyor. Bilgisayar animasyonlu bu filmde, arka plândaki mekânlar sahici gibi bir duygu uyandırıyor insanda. Üç boyutlu hareket yakalama (live-action) tekniğinin kullanıldığı filmde, tüm karakterler animasyon. Mekânlarsa belirlediğimiz gibi gerçeklik duygusu veriyor. Meraklıları “weta digital” tekniğini araştıracaktır belki. Bu filmde gördüğünüz her teknolojik yansıma yakın gelecekte sinemayı tamamiyle kuşatacak. Sinema bambaşka bir yere gidecek.

    Asıl adı Georges Remi Prosper olan Hergé’nin 1929’da yarattığı “Tintin”, Brüksel’in de simgesi. Bir gün yolunuz muhteşem Brüksel’e düşerse birçok yerde “Tenten”le karşılaşabilirsiniz. Hergé, Brüksel’i çok seven bir çizgi romancı. Belçikalı Hergé, çok sevdiği Brüksel’de doğdu ve öldü. 1907’de doğan ve 1983’te ölen Hergé, 1929’da yayımlanan “Les Aventure de Tintin – Tenten’in Maceraları” çizgi romanı tüm dünyada üne kavuştu. İlk Tenten, 1929’da çocuk dergisinde görüldü. Bir sipariş üzerine. “Pays de Soviets”, 2000 yılında YKY’den “Tenten Sovyetler’de” adıyla yayımlandı. 1998’de İnkilâp Yayınları’ndan “Tintin au Congo” Türkçeye “Tenten Kongo’da” adıyla kazandırıldı. “Tenten’in Maceraları” serisinden 1998’de yine YKY’den “Tintin en Amérique” eseri “Tenten Amerika” adıyla yayımlandı. “Les Cigares du Pharaon” çizgi romanı “Firavunun Puroları”, ülkemizde 1958, 1964 ve en son olarak 1994’te yayımlandı. Hergé, “Tenten” serisinde Yahudi düşmanlığı, cinsel ayrımcılık, ırkçılık, anti-komünist olarak değerlendirildi. Ama, Tenten ve teriyer cinsi köpeği Milu’yle maceradan maceraya koşarken dünyada çok sevildi. Büyük bölümü Türkiye’de geçen Jean-Jacques Vierne’in yönettiği 1961 yapımı “Tintin et le Mystere de la Troison d’Or – Tenten ve Altın Postun Sırrı” filmi “Tenten İstanbul’da” adıyla ülkemizde Nisan 1963’te gösterime çıkmıştı.

    Dahi yönetmen: Spielberg…

    Ohio’nun Cincinnati şehrinde 1946’da doğan yönetmen Spielberg, sinemada “harika çocuk” diye anılıyor. Spielberg, 1971’de henüz 25 yaşındayken televizyon için “Duel – Bela” filmini çekti. “Technicolor” çekilmiş bu yol geriliminden çok etkilenen büyük film stüdyosu Universal, iyi çekilmiş bu filmi hemen sinemalarda gösterime soktu ve önemli bir yönetmenin doğuşuna neden oldu. Spielberg, 1974’te bugünden bakınca bile araba takip sahneleriyle büyüleyen “The Sugarland Express – Sugarland Ekspresi” filmini “technicolor” ve sinemaskop çekebilme fırsatını yakaladı. Bu filmin orijinal afişinin etkileyici bir sanat eseri olduğunu belirtmeliyiz. 1975’te “Jaws – Denizin Dişleri” deniz gerilimiyle dahi konumuna yükseldi. 1977’de çektiği “Close Encounters of the Third Kind – Tehlikeli İlişkiler”, onun ilk bilimkurgusuydu ve 1982’de çekeceği “E .T.”ye de ilham verdi. Bu bilimkurgunun bir özelliği de büyük yönetmen François Truffaut’nun başrolde olmasıydı. 1985’te kölelik üzerine filmi “The Color Purple – Mor Yıllar”, Akademi’den hak ettiği ödülü alamayınca kırgınlık yaşasa da, 1993 yapımı siyah-beyaz ve renkli “Schindler’s List – Schindler’in Listesi” Yahudi soykırımı filmiyle “En İyi Yönetmen” dalında Oscar aldı. Bir başka savaş filmi, 1998 yapımı “Saving Private Ryan – Er Ryan’ı Kurtarmak” filmi milliyetçilikle suçlanmıştı. Amerikan tarihinde unutulmuş, ama iç savaşı başlatan kölelilik zamanındaki siyahların mahkemede yargılanmasını anlatan 1997 yapımı “Amistad” filmi de DVD arşivine alınmalı üstadın. 2005 yapımı “Munich – Münih” filmi, “Schindler’in Listesi” gibi onun en vicdanlı filmi olarak değerlendiriliyor. Bu filmde şiddeti iki açıdan da gösteren yönetmen, İsrailli yetkililer, Mossad ajanlarının da “terörist” olarak yansıtılmasından rahatsızlık duydular ve yönetmenin üzerine çizgi çektiler. Yahudi kökenli Spielberg, Amerikan sinemasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden. Birçok filmi sinema tarihine kaldı. Elbette “Indiana Jones” ve “Jurassic Park” seriyalleri de var. Spielberg, sinemada yeni olan her şeyi hemen içselleştiren ve filmlerinin ruhuna katan bir yönetmen. Onun filmlerinde yaşama sevinci gibi sinema sevgisi bulursunuz. “Tenten’in Maceraları” filmi, kimse farkına varmadan bir devrim de yapmış olabilir sinemada.

    (04 Kasım 2011)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com