2015 Oscar’larının tartışmasız galibi olan ve geçenlerde DVD olarak seyirciyle buluşan “Birdman”, öncelikle, geçtiğimiz yıl gösterime giren bir dizi filmin temalarıyla paralellik göstermesi bakımından dikkat çekici. Hatırlanacağı gibi “Gone Girl”ün finalinde, bir canavarla evliliğini sürdürmek zorunda kalan zavallı koca da, “Nightcrawler”da başarı merdivenlerini üçer beşer tırmanan ruhsuz haberci de nasıl bir medya düzeninden geçtiğimizi fısıldıyorlardı. Halkaya eklenebilecek son Cronenberg filminde de aynı sistem tarafından köpürtülen Hollywood mitosuna sıradışı bir yorum getirildiğini söyleyebiliriz.
Film, en büyük zaafı sayılabilecek ve zaman zaman “dağılma” tehlikesi gösteren çoklu tema yönelimi bir yana (Hollywood ve Broadway’in “sanat” ortamı, kültürel erozyon, aile içi ilişkiler, varolma savaşı vs.), “küllerinden doğan kahramanı” aracılığıyla benzer bir sonucu dile getiriyor. Kızının öngörüsüne göre Birdman, “facebook ve twitter’da dahi olmaması” nedeniyle kaybolmuş durumda. Zorunlu çıplak gösterinin izlenme rekoru kırması zafere giden yolun kapılarını aralarken, finaldeki eylemin medyadaki yansımaları, kahramanımıza “özgürlüğünü” kazandırıyor. Bir başka deyişle, zorlu mücadelenin galibi, yeni düzenin sınırlarını keşfetmesinden sonra işleri yoluna koyuyor. Atmaca’nın kaderiyle başbaşa bırakılması ve iç sesin susturulması da öyle…
Kuşkusuz “kuşak farkı” klişesinin ötesinde bir durum bu… Gelinen noktadan rahatsızlık duyan pek çok yönetmen olduğu düşünülürse, bu temanın 2014’le sınırlı kalmayacağı söylenebilir.
Eleştirinin Sefaleti
Filmin, “yaratma cesaretine” vurgu yapan anlatısı ile sektördeki yozlaşmaya işaret eden anların, kritik sahnelerde ortaya çıkan eleştirmen kimliğinde vücut bulması önemli; çünkü bu durum, sanatın popüler eğilimlerle çatışmasına da işaret ediyor. Bu haliyle “Beyaz Türk” kavramının Yeni Dünya’daki temsilcisi gibi görünen ve oyunu henüz seyretmeden ortaya çıkanı öngören eleştirmen, Hollywood’un çaptan düşmüş “yıldız tozunun” Raymond Carver’ı nasıl katledeceğini çok iyi biliyor. Burada enteresan olan, oyunun perde arkasında yaşanan gelişmelerin onu doğrular nitelikte olması. Parasal sorunlara eklenen oyuncu performansları ve Riggan Thomson’un (Michael Keaton) iç hesaplaşmaları, kabusun sinyalini veriyor. Mike Shiner’ın (Edward Norton) yorumları da pek farklı değil; zira o da, bir yanıyla medyatik eğilimlerin dışında kalıyor, underground bir tavrı temsil ediyor. Ne var ki malum finalin, her ikisinin de yenilgisini ilan ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir başka deyişle film, yüksek perdeden olmasa bile, kulaklarımıza böylesi bir “sanatsal” temsiliyetin sonuna gelindiğini fısıldıyor ve Emma Stone’un tezini -kara mizah yoluyla da olsa- haklı çıkarıyor: Bu bakışa göre, youtube’da tıklanma oranı, Carver’a yaraşır bir dokunuştan daha önemli!
Lindsay Duncan tarafından canlandırılan tiyatro eleştirmenin ne kadar antipatik çizildiğini hatırlayınca, ortaya çıkan manzarayı Inarritu’ya özgü “soğuk bir şaka” olarak nitelendimemiz kaçınılmaz oluyor.
Referanslar
Hollywood’un Hollywood’la imtihanı, Billy Wilder’ın “Sunset Bulvarı” ile doruğa ulaşıp (1950), Robert Altman’ın “Oyuncu”suyla (1992) yolculuğuna devam eder. Sözü edilen filmlerle akrabalığı bulunmasına karşın “Birdman”i doğrudan bu sınıfa dahil etmek uygun olmayabilir. Süper kahraman serisinin üçüncü filminde yer almayı reddetmesinden sonra kariyeri inişe geçen kahramanımızın yakasını bırakmayan iç ses tersini iddia etse de!…
Bu bağlamda, filmle daha yakın bir ilişkinin adresini, Federico Fellini’nin “Sekiz Buçuk”u (1963) olarak gösterebiliriz. Guido adlı bir yönetmenin yeni çekeceği filme konu bulmada yaşadığı zorlukları anlatan “Sekiz Buçuk”, hatırlanacağı gibi Marcello Mastroianni’nin muhteşem performansıyla akılda kalan kahramanının yaşadığı büyük sorgulamaya da tanık olmamızı sağlıyordu.
Sanatsal yönelimi bir başka noktayı işaret etmekle ve yaratım sürecini daha “riyakar” bir temele oturtmakla beraber, “Birdman”in de adı geçen filmin “kırıntılarını” topladığını söyleyebiliriz. Kendisiyle aynı dönemde gösterime giren Barry Levinson’un “Dönüm Noktası” ise, finaliyle “pişti olmanın” dışında, iki ana karakterin benzeştiği / ayrıştığı noktalar bakımından dikkat çekici. “Samimiyet sınavı” bakımından kantarın topuzu ikinci filme doğru kaysa da “Dönüm Noktası”nın çok daha mütevazı bir serüven olduğunun altını çizelim.
Formül Sineması ama…
Blaise Cendrars’ın deyişiyle “Sinemanın Kâbesi” konumunda olan Hollywood’da Akademi Ödülleri’nin mantığı üç bilinmeyenli denklemleri andırmaktadır. Bugünden bakıldığında “Yurttaş Kane”in safdışı bırakılmasını, Hitchcock ve Kubrick gibi yönetmenlerin ödül gecelerinden eli boş dönmelerini veya “Rocky”nin yumruklarının “Kızgın Boğa”yı nasıl yere serdiğini anlamak zor olsa da, olguları tarihsel süreçleri eşliğinde irdelemek, zor soruların yanıtını bulmayı kolaylaştırabilir.
Formüle dayalı bir sistemde, oyunu kuralına gör oynamayı bilen bir film olarak “Birdman”, işaret ettiği noktaları, sağlam senaryosu ve oyuncu tercihleriyle de pekiştirerek öne çıkmış görünüyor. Buna rağmen yapımı, Kracauer’in best seller romanlara dikkat çekerek popüler kültürü anlamamızı kolaylaştıracak teorisiyle paralel biçimde düşünmekte de yarar var: Michael Keaton’ın kariyerine atıfta bulunarak “maça 3-0 önde başlayan” film, günümüzün kültürel kodlarını deşifre etmeye yönelik zararsız oklarıyla hedefi tutturmaya çalışıyor. Raymond Carver gibi önemli bir yazarı eksen alarak sanat ortamına, ticari sinemanın referanslarıyla dikkat çekmek, araya kişisel trajedilerden toplumsal çöküşe kadar bir dizi devasa tema serpiştirmek de kolay iş değil. Sinema tarihinin çeşitli dönemlerinde karşımıza çıkmakla birlikte, son dönemlerin böylesi bir yoğunluğa sahip en dikkat çekici “işi” olan “Birdman”i, söylediği ve yeterince söyleyemediği “şeylerden” ve ardında bıraktığı sorulardan dolayı önemsemek gerekiyor.
(03 Haziran 2015)
Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü