‘Uçsuz Bucaksız / L’Immensità’ 70’li yılların Roma’sında ergenlik telaşındaki Adriana’nın engin gökyüzüne bakışıyla açılıyor. Genç kız koyu Katolik bir eğitimden geçmesine karşın Tanrı’dan değil uzaylılardan gelmesini umduğu bir işaretin peşindedir. İçine doğduğu kadın bedenindeki farklı duygularından ötürü başka bir galaksiden geldiğini düşünür çünkü. Çektiği az sayıda filmle İtalyan sinemasında saygın bir yer edinen Emanuele Crialese’nin Venedik Film Festivali’nde övgüyle karşılanan filminin bir diğer ana karakteri anne Clara ile karısını her fırsatta aşağılayan ve onu sekreteriyle aldatan baba Felice’nin evliliği çoktan tükenmiştir. Lakin geleneksel İtalyan toplumunda Clara’nın arzusu doğrultusunda hiçbir dram yaşanmadan kocasından ayrılması söz konusu değildir. Hem ayrılsa da nereye gidecektir ki. İş adamı babası, ev kadını annesi ve kendinden küçük iki kardeşi ile birlikte Roma’nın yeni imara açılmış semtinde yaşar Adriana. Yeni taşındıkları çevrede erkeksi bir görünümüyle kendini bir erkek ismi ile (Andrea) tanıtır. Toplumsal ve kentsel dönüşümün hız kazandığı tarihi kentin yeni bölgesinde dışardan görüldüğü gibi huzurlu olmayan yuvalarında tüm modernliğine karşın ataerkil aile geleneğinin soğuk rüzgârları eser. Andrea evlerine bir sazlık öbeği kadar uzaklıktaki yoksul yerleşim bölgesinde tanıdığı ve onu bu haliyle kabûl edecek olan roman kızı ile yaşadığı ilk heyecan ile bir süreliğine oyalanır. Öte yandan derin mutsuzluğunu çocukları ve çocuksu karşı çıkışlarıyla bastırmaya çalışan Clara, sinir krizinin eşiğinden dönmeyi başarabilecek midir.
Sicilyalı köklerinden yola çıktığı 2002 yapımı ‘Nefes Alıyorum / Respiro’da Clara gibi çıkış yolu arayan bunalmış Grazia’nın öyküsünü anlatmış olan Crialese daha sonraki iki filminde ezeli ve ebedi göçmenlik meselesini ele alır. 2006’da çektiği ‘Yeni Dünya / Nuovomondo’da vaatler ülkesinde Amerikan Rüyası’nın izini süren Sicilyalı Salvatore’nin (‘Uçsuz Bucaksız’ın Felice’si Vincenzo Amato), 2011’de Venedik’ten 3 ödülle dönen, İstanbul Film Festivali’nde ‘Sinemada İnsan Hakları’ yarışmalı bölümünün en iyi filmi seçilen ‘Memleket / Terraferma’ yine Sicilya’nın bir sahil köyünde balıkçı ahali ile kaçak göçmenlerin dayanışması üzerinedir.
11 yıl aradan sonra çektiği ’Uçsuz Bucaksız’ ile yaşadığı kente ve kendi çocukluk anılarına dönüş yaparak modern vitrinin gerisindeki tutucu İtalyan ahlâkı ile sıkı bir hesaplaşmaya girişiyor sinemacı. Katolik geleneğe uyum sağlayamayanlar için bir hapishane olarak nitelediği kentinde Borghetti ailesinin yaşadıkları, açıkça ifade ettiği üzere büyük ölçüde yönetmenin kendi hikâyesidir. 57 yaşındaki Crialese yine Venedik’te ilk kez trans birey olduğunu, geçiş süreci hakkında bilgi vermeden o dönemde destek bulmak için annesine sığındığını açıklar. Şöyle ilâve eder ardından: “Biyolojik açıdan kadın olarak doğdum. Cinsiyet değiştirmem içimde dişi bir karakterden büyük bir parça olmadığı anlamına gelmiyor. Hatta bu muhtemelen benim en iyi parçam. Bir noktada seçim yapmam gerekti. Ölmek ya da yaşamak. Böyle bir yolculuğa çıkmayı siz seçmiyorsunuz. Bu şekilde doğuyorsunuz.”
Andrea ve annesinin muhafazakâr bir evrende açıkça dile getiremediklerini ve içten haykırışlarını 70’li yılların dünyasını yeniden yaratmak suretiyle yaşatır yönetmen. Gözyaşlarını makyajıyla gizlemeye çalışan kadınların mutsuzluğunu o kuşağın bizde de çok sevilmiş popüler şarkıcılarının TV şovlarıyla gidermeye çalıştıklarına tanıklık ederiz. Yalnız kalplere umut aşılamayı sürdürür bu şarkılar. Carla’nın çocuklarla birlikte müzikâl kahvaltı hazırlama sahnesine Raffaella Cara’nın ‘Rumore’si eşlik eder. Adriano Celentano’nun İngilizce parçalara nazire olarak hazırladığı ve sözlerinin hiçbir anlam taşımadığı ünlü ‘Prisencolinensinainciusol’ ana kızın yorumuyla bir düş sekansı olarak neşe saçar. Yetmiş başları deyince ‘Love Story’den geçmeden olmaz. Francis Lai’in bu mitik baladının Patty Pravo yorumu Carla’nın benzer saç ve makyajla performansı ile yer değiştirir. İspanyol asıllı annede Penélope Cruz, Andrea’da yeni yetenek Luana Giuliani’nin çok başarılı yorumları ile desteklenen filmin adını aldığı 1967 Sanremo Şarkı Yarışması’nın efsanevi şarkısı ‘L’Immensità’nın ezgileri isyan yüklüdür. Nedense ülkemizde popüler olmamış, Sanremo’da dönemin genç şarkıcılarından Don Backy’nin yorumladığı bu güzel şarkının anlamlı sözleri Crialese’nin umut dolu çığlığını iletir bizlere:
‘Düşen her damladan yeni bir çiçeğin yeşereceğine eminim
Ve her bir çiçekten bir kelebek havalanacak
Bu uçsuz bucaklıkta eminim beni düşünen bir kişi bile olsa unutulmayacağım
Tüm hayatım boyunca yalnız kalmayacağımı biliyorum
Bir gün ben de bir yudum aşkı bulacağıma,
Bu enginlikte bir hiç olmadığıma,
Onun sonsuz gökyüzünde bir küçük düşünce olacağıma inanıyorum’
(18 Şubat 2023)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com