35. İstanbul Film Festivali’nde Kaçırılmaması Gerekenler

35. İstanbul Film Festivali yaklaşıyor. Bu yıl daha kullanışlı bir boyutta basılmış olan festival kitapçığına festival sinemalarından (Atlas, Fitaş, Beyoğlu ve Rexx) ulaşabilir ve kişisel programınızı yapabilirsiniz. Festival üzerine bu ikinci yazımda, seçimlerinize katkıda bulunacağını umduğum, klasikler dışında ağırlıklı olarak geniş gösterim şansı bulamayacak yapıtları içeren 10 filmlik geleneksel seçkim şu şekilde sıralanıyor.

1 – BİNBİR GECE (As Mil e Uma Noites):

Geçtiğimiz yıl Sight & Sound ve Cahiers du Cinéma gibi saygın sinema dergilerince yılın en iyileri arasında gösterilen toplamı 6 saati aşan bu nehir çalışma üç ayrı bölüm halinde gösteriliyor. Polonyalı efsanevi sinemacı Kieslowski’nin ‘Üç Renk’ çeşitlemesini hatırlatan ve belgesel ile kurmacayı, geçmiş ile bugünü, gerçek ile fanteziyi birleştiren Miguel Gomes imzalı üçleme, Portekiz’deki ekonomik krizin etkilerini araştırmaya, huzursuz bir toplumun fotoğrafını çekmeye sıvanıyor.

2 – DOĞRU ZAMAN (Right Now, Wrong Then):

Festivalde tanıyıp bağrımıza bastığımız Güney Kore’nin Woody Allen’ı olarak tanımlanan Hong Sang-Soo’nun Locarno Şenliği’nden en iyi film ve erkek oyuncu ödülleriyle dönen son çalışması, bir yönetmen ve yeni tanıştığı kadın ressamın birlikte geçirdikleri birkaç saatin iki farklı versiyonunu izleyiciye sunuyor. İki karakterin iletişiminin nüanslarla birbirinden ayrıldığı iki ayrı versiyonda, işlerin nasıl yolunda gidebileceği veya gitmeyeceği parlak oyuncu performansları eşliğinde aktarılıyor.

3 – GELECEK GÜNLER (L’Avenir):

Avrupa’nın dikkat çeken kadın yönetmenlerinden Mia Hansen-Love’a geçen ay Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazandıran son çalışması, felsefe öğretmeni Nathalie’nin yaşlı ve ilgi bekleyen annesi, çok sevdiği işi ve yolunda giden evliliğinin üçe bölmüş olduğunu hayatının değişmeye başladığı dönüm noktası üzerine. Orta yaş sonrası hayatın getirdiği değişikliklerle geleceğin nasıl şekilleneceği üzerine bu yaman film, Isabelle Huppert’in etkileyici oyunculuğundan büyük destek alıyor.

4 – AŞK BİRLEŞİK DEVLETLERİ (Zjednoczone Stany Milosci):

Polonya sinemasının yeni neslinin öne çıkan isimlerinden Tomasz Wasilewski’nin üçüncü uzun metrajı, 90’lı yıllarda mutsuzluklarından kaçmaya çalışan dört kadının tutku ve sevgi arama çabalarının izini sürüyor. Güçlü kadın portreleri sunan yapım arka planda dönemin Polonya’sının siyasal ve toplumsal dönüşümünü ustalıkla aktarıyor. Romen sinemacı Cristian Mungiu ve Ukraynalı Sergei Loznitsa’nın başyapıtlarından hatırladığımız müthiş görüntü yönetmeni Oleg Mutu’nun melankolik, soluk renk paleti filmin en önemli kozlarından.

5 – FRANCOFONIA:

Yaşayan en önemli Rus yönetmenlerden Alexander Sokurov’un St. Petersbourg’un ünlü müzesi Hermitage’ın ardından bu kez Louvre Müzesi’ne bir aşk mektubu bu film. İnsanlık tarihinin en nadide sanat eserlerinin sergilendiği uçsuz bucaksız efsanevi müzenin görkemli salonlarında ve galerilerinde kıvrıla kıvrıla geziniyor usta sinemacı. Müzenin felsefi varlığı varlığı üzerine bir zihin egzersizine girişiyor, Paris’in Avrupa tarihindeki konumu üzerine kafa yoruyor.

6 – DENİZDEKİ ATEŞ (Fuocoammare):

Üç yıl önce festivalde de gösterilen ‘Çevreyolu / Sacro GRA’ ile Venedik’te Altın Aslan ödülünü kazanmış olan İtalyan sinemacı Gianfranco Rosi, geçtiğimiz ay Berlin’den büyük ödül Altın Ayı ile dönen son çalışmasında günümüzün en yakıcı, en önemli toplumsal meselesi olan mülteci sorununu ele alıyor. Kuzey Afrikalı mültecilerin Avrupa’ya giriş noktası olan İtalyan adası Lampedusa’da geçen filmde ada sakinlerinin günlük yaşantıları üzerine izlenimler Avrupa’nın göçmen sorununa yaklaşımına ilişkin bir metafora dönüşüyor. Konuya ilişkin Jakob Brossman imzalı bir diğer önemli belgesel olan ‘Lampedusa’da Kış’ın yine festival kapsamında gösterileceğini buradan hatırlatalım.

7 – TOPRAĞIN GÖLGESİNDE (La Tierra Y La Sombra):

Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde ilk filmlere verilen prestijli Altın Kamera (Caméra d’Or) ödülünü kazanmış olan yapım, 17 yılın ardından evine dönen Alfonso’nun terk etmiş olduğu topraklarda yeniden kök salma ve ailesini yoksulluğun pençesinden kurtarma mücadelesi üzerine. Çeşitli festivallerde büyük ilgi görmüş olan film, Kolombiyalı genç sinemacı César Augusto Acevedo’nun bir ressam titizliğiyle yaratmış olduğu görsel dünyasıyla dingin bir Latin Amerika alegorisi olarak anılıyor.

8 – YILANIN KUCAĞINDA (El Abrazo De La Serpiente):

Bir diğer Kolombiyalı sinemacı Ciro Guerro’nun imzasını taşıyan film, ait olduğu topluluğun hayatta kalan son üyesi olan Amazonlu bir şamanın ve kırk yılı aşkın bir süre onun topraklarında yetişen kutsal bir şifa bitkisinin izini süren iki bilim insanının hikayesini anlatıyor. Sömürgeciliğin insanlık tarihi üzerindeki derin tahribatı üzerine siyah-beyaz görselliği ve şiirselliği ile öne çıkan yapım en iyi yabancı film dalında bu yılın Oscar adayları arasındaydı.

9 – ÇETE (El Clan):

Arjantin sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Pablo Trapero’nun Venedik Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazanan son çalışması, istihbarat servisi için çalışan bir adamın cunta hükümeti dağılınca işsiz kalması üzerine çocuklarını da seferber ederek adam kaçırma ve işkence seanslarına hiçbir şey değişmemiş gibi devam etmesi üzerine kurulu gerçek bir öyküden yola çıkıyor. Ülkesinin suç ve kanla lekeli dönemine amansız bir eleştiri getiren Trapero, Festivalin Uluslararası Yarışma bölümünün bu yılki başkanı olarak filminin gösterimleri sonrasında izleyicilerle söyleşilere katılacak.

10 – ŞÖVALYE (Chevalier):

On filmlik listeyi tamamlayan bu dayanılmaz kara güldürüde Yunan yeni dalgasının en muzip temsilcilerinden Athina Rachel Tsangari, Ege Denizi’nin ortasında lüks bir yatta erkekliklerini yarıştıran üst sınıf karakterlerin serüvenleri üzerinden erkeklik konseptini irdeliyor ve rekabet duygusunu yaman bir taşlamanın merkezine yerleştiriyor.

Bu sınırlı seçki dışında, sayısız ilginç filmle dolu bir program sunuyor festival. Fransız usta Andre Téchiné’nin yıllar sonra beklenmedik bir sürprizle dönüş yaptığı genç işi filmi ‘Yaş 17 / Quand On A 17 Ans’; yakınlarda hayata veda eden Polonyalı sıradışı sinemacı Andrzej Zulawski’nin Reha Erdem’in ünlü yapıtıyla aynı adı taşıyan çılgın vasiyet filmi ‘Kosmos’; bir diğer yılların eskitemediği Polonyalı usta Jerzy Skolimowski’nin çağımızın felaket hissini iç içe geçen öykülerle veren gerilimi ’11 Dakika’; Meksika sinemasının deneyimli isimlerinden Arturo Ripstein’ın yaşlı iki fahişenin hayal kırıklıklarıyla dolu yaşamlarına odaklanan siyah-beyaz melodramı ‘Acı Sokağı / La Calle De La Amargura’; Japon usta Sion Sono’nun minimalist bilim-kurgu’su ‘Fısıldayan Yıldız’; Venedik Jüri Özel ödüllü Brezilya yapımı ‘Neon Boğa’; antik Yunan tragedyası Orestes’in çağdaş bir uyarlaması olan tek mekânda geçen gerçek zamanlı Yunan yapımı ‘Ara’; dünyayı terketmekte olan gelenekler üzerine şiirsel bir ağıt olarak tanımlanan Kırgızistan yapımı ‘Sütak’; yükselen Romen sinemasından iki ilginç örnek ‘Alt Kat’ ve ‘Gayrımeşru’; Uluslararası Yarışma bölümünde gösterilecek olan Zeki Demirkubuz’un son çalışması ‘Kor’ ile Aslı Özge’nin Alman oyuncularla çektiği ‘Ansızın’ hep keşfedilmeyi bekleyen çağdaş sinemanın son örneklerinden.

Gözde yönetmenlerimden Lav Diaz’ın son epiğinden geçen yazımda söz etmiştim. ‘Hüzünlü Gizem Ninnisi’ Filipinlerin 300 yıllık İspanyol sömürgesinden kurtulma mücadelesini tarih, felsefe, mit, şiir, folklor ve politikanın iç içe geçtiği bir anlatımla irdeleyen yoğun bir destan. Tek seans gösterilecek olan bu filmi 8 saati aşan süresi nedeniyle her izleyiciye gönül rahatlığıyla tavsiye edemiyorum. Ancak sıkı sinefiller Diaz’ın bu benzersiz çabasını ve yine festival programında yer alan deneysel sinemanın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden Philippe Grandrieux’nün son işi ‘Ölümcül’ü kaçırmayacaklardır.

Tüm sinemaseverlere iyi seçimler, heyecan verici keşifler şimdiden.

(26 Mart 2016)

Ferhan Baran

[email protected]