2019’dan Benim Seçtiklerim

2019 yılına ilişkin geleneksel en iyiler listemde bu yıl 15 adet film yer alıyor. Bunlar, geçtiğimiz yıl içinde ticari gösterime çıkmış ve/veya çeşitli festivallerde izlenmiş yapımlardan oluşmaktadır. Listede yer alan filmlerin önemli bölümüne ilişkin yazılarımın tamamına arşivimizden ulaşabilirsiniz.

1- ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ / PORTRAIT DE LA JEUNE FILLE EN FEU

Listemin başında yer alan yapım, yalnızca derin bir tutkunun öyküsü olarak kalmayıp, özgürlük ve kadın hakları manifestosuna dönüşen eşsiz bir görsel deneyim. Vivaldi Mevsimler’in fırtına bölümünün tınısıyla bütünleşen, 18. yüzyıl resminin parlak bir sinematografiyle beyazperdeye taşındığı, imkânsız bir aşkın şiirsel öyküsü. Yönetmen Céline Sciamma’nın her adımda geleneksele yüz çevirdiği benzersiz bir başyapıt.

2- DENİZ FENERİ / THE LIGHTHOUSE

Filmekimi’nin sürpriz filmi, bir deniz fenerinin bekçisi olan biri kıdemli eski denizci iki adamın geçen zamanla ve yalnızlıkla akıl sağlıklarını kaybedip en derin korkularıyla yüzleşmelerinin hikâyesi. Başrollerini Willem Dafoe ile Robert Pattinson’ın paylaştığı, 35 mm filmle ve siyah-beyaz çekilmiş olan yapımın yazar ve yönetmeni Robert Eggers, Herman Melville ve Joseph Conrad gibi edebi esinlerini, Stanley Kubrick ve Bela Tarr benzeri auteur sinemacılardan referanslarla buluştururken, otorite ve yakıcı iktidar tutkusunu irdeleyen yılın en özgün yapımlarından birine imza atmış.

3- SARAYIN GÖZDESİ / THE FAVOURITE

Yunan sinemasına özgü absürd akımın öncülerinden Yorgos Lanthimos, 18. Yüzyıl başları İngiliz kraliyet sarayını mekân almış çalışmasında, dönem filmlerine ilişkin bildik normları eğip büküyor. Mum ışığında çekilmiş sahnelerde, acısıyla kederiyle, neşesiyle sevinciyle, ihtirası ve zalimliğiyle insan ruhunu eşelemeyi sürdürüyor. Oscar’lı Olivia Colman, Rachel Weisz ve Emma Stone üçlüsünün birinci sınıf yorumlarının da katkısıyla, kolay rastlanmayacak incelik ve hınzırlıkta bir başyapıt.

4- BİZİM ÇAĞIMIZ / NUESTRO TIEMPO

If Bağımsız Filmler Festivali’nin güzel sürprizlerinden biri. Çağımızın en önemli yaratıcılarından Carlos Reygadas’ın son yapıtı. Meksikalı usta sinemacının kendisi ve eşini başrole aldığı bu son filminde, aşkın ve evliliğin sürdürülebilirliğini sorguluyor. Ataerkil kültür ve aynı ‘Deniz Feneri’nde olduğu gibi erkeklik hallerine neşter atarken, aşk ve sahiplenme ilişkisini tartışmaya açıyor.

5- GÜNEY İSTASYONUNDA RANDEVU / NAN FANG CHE ZHAN DE JU HUI

Filmekimi programında izlenen film Çinli yönetmen Diao Yinan imzasını taşıyor. Bu şiirsel gece filmi, izbe ve yoksul su mahallelerinde geçen, soluk soluğa izlenen bir polisiye. Kapitalist Çin’in nimetleri gökdelenlerin yükseldiği lüks sitelerin yer aldığı reklam panosunda beliriveriyor yalnızca tek bir sahnede. Yönetmen bir ressam titizliğiyle ışık-gölge oyunlarına girişiyor. Kentin tekinsiz karanlığını neon ışıklarıyla boyuyor.

6- JOKER

Sanatsal ve ticari başarının birlikteliği çok az filme nasip olur. Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ödüllü ‘Joker’ bunu başaran ender yapımlardan. Yönetmen Tod Philipps keyifli bir ters köşe yapıyor, klasik bir Batman filmi bekleyenleri, benzersiz bir karakter yaratma sürecine ortak ediyor. Chaplin’in dehasından ‘Guguk Kuşu’na, ‘Taksi Şöförü’ne, sessiz sinemanın ünlü klasiği ‘Dr. Caligari’nin Muayenehane’ne uzanan referanslar doğrultusunda ilerleyen ve delilik üzerine yapılmış en iyi filmler arasında hakkıyla yerini alan film, Joaquin Phoenix’in sınırları zorlayan yorumuyla devleşiyor.

7- KIZ KARDEŞLER

Bir dağ köyüne sıkışmış bireylerin yoksunluğunu, çaresizliğini, çıkışsızlığını, ağırlıklı olarak bir gece boyunca aktaran Emin Alper’in ‘Tepenin Ardı’ndan sonra bir kez daha kırsal tek mekâna döndüğü bu yeni eseri her anlamıyla kusursuz. Besleme olarak kasabalı, şehirli evlere gönderilen kızların hikâyesi çok vurucu belki, ancak zincirlerini kırmak için didinen Veysel’in çıkışsız mücadelesi bir o kadar etkileyici. Çok iyi oyunculukların yanı sıra (Kayhan Açıkgöz’e özel bir selam), Alper’in kırsal alanda kadın cinselliğini yaman bir biçimde ele alan incelikli senaryosu ve güçlü diyalogları, Emre Erkmen imzalı görüntüler, Çiçek Kahraman’ın başarılı kurgusu ve iki Yunan bestecinin (Giorgos ve Nikos Papaioannou) yaylılar eşlikli etkileyici müzik çalışmasını teker teker anmadan geçmeyelim.

8- ELVEDA OĞLUM / DIJIUTIANCHANG

80’li yıllardan günümüze Çin toplumunu kasıp kavuran sosyo-ekonomik değişimin insanların hayatlarını nasıl etkilediğini ve nasıl bedbaht ettiğini; devletin ve rejimin ezdiği bireyin dramını hüzünle aktaran üç saat uzunluğunda bir nehir film. Çinli usta sinemacı Wang Xiaoshuai imzasını taşıyor. Her ikisi de bu yıl Berlin’den ödülle dönen başrol oyuncuları mükemmel.

9- UZUN KIZ / DYLDA

1945 Leningrad’ında savaş sonrası travmalarıyla boğuşarak yeniden hayatın anlamını bulmaya çalışan bir toplumun ve özelde ayakta durmaya çalışan iki kadının hikâyesi. Filmin başarısı, 28 yaşındaki gencecik yönetmen Kantemir Balagov’un geçtiğimiz yıl Boğaziçi Film Festivali programında yer almış ‘Yakınlık / Tesnota’yı izleyenler için pek de sürpriz sayılmaz. Daha ilk filminden yaratıcı sinemacı kumaşıyla izlemeye aldığımız Kuzey Kafkasyalı yönetmen, bu defa İkinci Dünya Savaşı’nın yeni sona erdiği bir zaman diliminde savaşın fiziksel ve ruhsal yıkımlarını değme ustalara taş çıkartırcasına resmederken, unutulmaz plan-sekanslara imza atıyor.

10- PARAZİT / GISAENGCHUNG

Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödüllü film, türler arasında sörf yaparken odak noktasını kaybetmeyen Koreli yönetmen Bong Joon-Ho’nun fantastik evrenine özgü çizgi dışı bir yapım, çağımız kapitalizminin sınıf ilişkilerine metaforlarla yüklü ilginç bir bakış. Mizahi tonun gerilime, giderek bir korku filmine dönüştüğü yapım sürpriz şoklarıyla seyirciyi sarsıyor. Dahiyane prodüksiyon tasarımı ile büyülüyor

11- BİZ / US

Yılın ilgiye değer keşiflerinden biri. En iyi özgün senaryo Oscar ödüllü ilk uzun metrajı ‘Kapan / Get Out’ ile tanınan Jordan Peele yönetiyor. Gerilim / korku sineması külliyatını çok iyi hatmetmiş olan sinemacı, sinema tarihinin kült filmlerine göndermeler yapıyor, korku sinemasının alt türlerinde hınzırca geziniyor. Carl Jung’un ‘gölge arketipi’nden esinle benliğin karanlık tarafına doğru şeytani bir yolculuğa çıkıyor.

12- ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK / SORRY WE MISSED YOU

Sosyalist düşüncenin yılmaz sözcüsü Ken Loach’un 82 yaşında çektiği son filmi bu. Usta yönetmen bu defa dört kişilik genç bir çekirdek ailenin yaşam mücadelesini ele alıyor. Anne babayı sabahın köründen gece yarılarına kadar köle gibi çalıştırıp posalarını çıkartan kapitalist düzeni kıyasıya eleştiriyor yine. Filmin adı çifte anlamlı. Düz anlamıyla kuryelerin alıcıyı bulamadıklarında kapıya iliştirdikleri not olarak gözükse de, toplumun görmezden gelinen insanları ve işçi sınıfına hitaben devlet, düzen, sistem adına özür diliyor yaşlı kurt sinemacı. Her Ken Loach filmi gibi çok ilgiye değer, saygın bir sinema örneği.

13- SONSUZLUK HAKKINDA / OM DET OäNDLIGA

If Bağımsız Filmler Festivali’nin bir güzel sürprizi daha. İsveçli bilge sinemacı Roy Andersson’ın Venedik’te en iyi yönetmen olarak ödüllendirildiği son şaheseri ‘Sonsuzluk Hakkında’ 76 dakikalık süresi içinde insanoğlunun varoluş hüznünü ve coşkusunu tüm derinliğiyle duyumsatıyor. Unutulmaz plan sekanslar eşliğinde bir kez daha. Yönetmen, sonsuzluk kavramı üzerine yeni bir meditasyona soyunmuş. Termodinamik yasalarına göre her birimiz bir enerji değil miyiz ve yıllar yıllar içinde yeni bir formda tekrar biraraya gelmemiz olası değil mi..

14- ACI VE ZAFER / DOLOR Y GLORIA

Pedro Almodóvar 70 yaşında. Usta yönetmenin kendi yaşam öyküsünden derin izler taşıyan, kurgu bir karakter yarattığını söylese de, bizzat kendi evinde şahsi giysilerini kuşanmış Antonio Banderas ile çektiği film, sanatçının itiraf metni niteliğinde. Almodóvar usulü bu yaşam güzellemesi, kederiyle sevinciyle, acısıyla mizahıyla hayatla hesaplaşmanın hikâyesi. Belki de bir vasiyet film. Penelope Cruz’un giderek ne kadar Sophia Loren’e benzediğinin altını çizmek isterim.’Özel Bir Gün’den benzer bir plan bile kullanılmış.

15- OYUNBOZAN / SYSTEMSPRENGER

Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nin en iyi filmlerinden biri. Babasını hiç tanımamış, pasif annesinin baş edemediği, koruyucu ailelerden çocuk bakımevlerine dolaşıp duran 9 yaşındaki Benni’nin tedirgin serüveni kurgu bir hikaye, ancak bu zorlu süreci bir belgesel titizliğiyle aktarıyor film. Alman sinemasının parlak yeteneklerinden genç sinemacı Nora Fingscheidt’ın bu ilk uzun metrajı, Benni’nin kaotik enerjisinin ardına gizlenmiş hüznü izleyiciye geçirmeyi başarıyor. Bunda filmi sırtlayan keşif oyuncu Helena Zengel’in katkısı büyük.

(02 Ocak 2020)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com