Belgeselciler Ayrımcılığa Karşı “Bir Şey Yapmalı” Diyor

Yıllardır kurmaca film ve belgesel film arasındaki ayrım tartışılır. Seyirci belgeselleri sevmez, yapımcılar belgesellere para yatırmak istemez vs… Kısacası belgesel hep “öteki” muamelesi görür… Belgeseller sıkıcı ve didaktik bulunur. Çok da örneği vardır açıkçası… Ama kurmaca filmin kötüleri yok mu? Hem de dillere destan kötüleri var…

Ayrıca son yıllarda belgesel film, klâsik görünümünden çok uzaklaştı. James Marsh imzalı Teldeki Adam (Man On Wire) ve Franny Armstrong imzalı Aptallık Çağı (The Age Of Stupid), belgesellerin de ne kadar dinamik olabileceğini gösterdi.

Ülkemizden örnek vermek gerekirse Pelin Esmer’in 11’e 10 Kala’sı ve yılın en şahane filmlerinden Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan yönetimli İki Dil Bir Bavul, belgeseldeki tabuları yıkma yolunda önemli adımlardı…

Geçtiğimiz günlerde İki Dil Bir Bavul’un yönetmenlerinden Orhan Eskiköy ile yaptığımız söyleşide kurmaca – belgesel kutuplaşmasını da konuşmuştuk. Eskiköy’e filmin başarısını sorduğumda, “Eğer filmimiz belgesel olarak görülseydi, fark edilmeyecekti” demişti… Sadece bu cümlede bile belgeseller üzerindeki ön yargıyı açıkça görmek münkün…

Son olarak 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde belgesellerin gösterimi sırasında yaşanan bir takım sorunlar, belgesel yapımlara yaklaşım noktasında gün yüzüne çıkan somut durum, belgesel emekçilerinin rahatsızlığını son noktaya getirdi. Sinema dünyası ve festivallerdeki bu ayrımcı durumun düzeltilmesini isteyen belgeselciler, ilk olarak yine Altın Portakal çerçevesinde Porto Bello Otel’de bir toplantı düzenlemiş ve durumu tartışmıştı.

Nihayetinde ülkemizdeki belgesel emekçileri bir şey yapmalı, bu iş bir dur demeli dediler ve kolları sıvadılar… Siz de www.belgeselfilm.org sitesini tıklayarak imza verebilir, kampanyaya destek olabilirsiniz… Daha sonraki adım ise basın açıklaması ve bir takım etkinlikler olacak.

Her Yerde Etkinlik

Büyük emek ve bütçelerle hazırlanmasına rağmen Türkiye’de belgesel yapımlara gereken ilginin gösterilmemesi ve özellikle festivallerde de sinema filmleri karşısında adeta üvey kardeş muamelesine tabi tutulan belgeseller, benzer nedenlerle seyirciye de yeterince ulaşamıyor. Aralarında Çayan Demirel, Metin Kaya, Metin Avdaç, Rodi Yüzbaşı gibi isimlerin de bulunduğu çok sayıda belgesel sanatçısı Antalya’da düzenledikleri toplantıda bu sorunları detaylıca tartışmıştı. İlgili kurum ve kimselerin dikkatini çekmek üzere şimdi de bir imza kampanyası başlatan belgeselcilerin amacı belgesel yapıma hakkettiği değerin verilmesi.

Her yerde aynı ayrımcı tutumla karşılaştıklarını ve yapımlarına gereken saygının gösterilmediğini, festivallerde bile sürekli aynı ayrımcı tutumla karşılaştıklarını ifade eden, kampanya sözcülerinden Metin Avdaç, bu doğrultuda imza kampanyasının ardından bir basın açıklaması düzenleyerek, konuya dikkat çekeceklerini ve bir takım etkinlikler düzenleyeceklerini söyledi.

Belgesellerini büyük bir emek ve çabayla hazırladıklarını ancak bunun karşılığını almadıklarını kaydeden Avdaç, festivallerin bu ayrımcı tutumunun ise artık kabûl edilemeyecek boyuta geldiğini, kamuoyunda belgesel dünyasına farkındalığı yaratmaya çalıştıklarını söyledi.

www.belgeselfilm.org isimli web sitesi üzerinden yürütülen kampanyayı şimdiden onlarca belgesel gönüllüsü imzaladı. Hazırlanan kampanya metninde şu ifadelere yer veriliyor:

Kampanya Metni:

“Bizler açık bir bilinçle yaşadığımız toprakları yeniden tanımak, onları algı perdemizde duygularımızla, düşüncelerimizle harmanlayıp yaşanılır bir toplum gayesine hizmet etmek için belgesel film üretiyoruz.

Ülkemiz koşullarında gösterim salonuna ulaşan bir belgesel filmin ardında ciddi bir emek süreci vardır ve bu büyük orada tek başına yürütülen bir çabadır. Maalesef ülkemizde belgesel sinemanın gücü henüz tam olarak algılanabilmiş değildir. Bu doğrultuda bilinmelidir ki zor koşullarda gösterime hazırlanmış bir çalışmanın hak ettiği değeri görmemesi bu emeğe saygısızlık olacağı gibi belgesel sinemanın ötelenmesi anlamına da gelir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız yaklaşımlardan hareketle belgesel sinema emekçileri olarak yıllardır festivallerde tekrarlanan eksiklerin, üretimlerin paylaşımında yaratığı tahribat hakkında farkındalık yaratmak için hazırladık bu metni.

Filmlerimizin ülkemizde yapılan festivallerde gösterimi ile ilgili çeşitli sorunlar yaşamaktayız. Bu sorunların çözümü için önerilerimizi aşağıda sıralıyoruz Bu ülkenin düşünen insanları ve sinema emekçileri olarak bu konuda hassasiyet göstereceğinize inanıyoruz.’’

Belgeselcilerin metinde yer alan önerileri ise şu şekilde:

* Ön jüri bildiğiniz gibi çok sayıda film arasından bir seçki yapmak ile yükümlüdür. Bu yüzden izleyici ile buluşacak filmlerin belirlenmesinde oldukça önemli bir aşama olduğunu inanıyoruz. Bu doğrultuda ön jürinin bu farkındalığa sahip, mesleği yeterliliği olan, festivalin amacını kavramış kişilerden oluşması gerekmektedir.

* Festivallere yolladığımız filmlerimizin akıbeti hakkında sağlıklı bilgi akışı olmalıdır.

* Festival süresince gösterimlere katılım sağlanması için hassasiyet gösterilmesi oldukça önemlidir.

* Filmlerin tanıtımı için kısa videolar hazırlanması, TV programlarında ve basın açıklamalarında belgesel sinemanın da yer alması, afişleme ve benzeri çalışmalarda belgesel filmlerin tanıtımı içinde hassasiyet gösterilmesi önemlidir.

* Gösterimden önce filmlerin afişlerinin asılması ve hangi salonda gösterim yapılacaksa katılımcıların rahatlıkla fark edebileceği bir şekilde ilân edilmesi önemlidir.

* Gösterimler filmin kalitesini düşürmeyecek şartlarda düzenlenmelidir. (DVD.den gösterim, kalitesiz projektör kullanımı gösterim kalitesini zayıflatır)

* Teknisyenlerin kullandıkları programlar ve aletler hakkında yeterince bilgi sahibi olması ve mutlaka gösterimden önce testler yapmış olması gerekmektedir. Gösterim sırasında yaşanan aksilikler festivalin kalitesini de gölgede bırakır.

* Filmlerin altyazılarında senkrona dikkat edilmelidir.

* Kataloglarda, belgesel filmin adı, ekibi, gösterim saati, kısacası bir izleyicinin asgari düzeyde bilmesi gereken bilgilerin yer alması gerekmektedir.

* Festivallerde belgesel filmlerin bölümleri ve temasına göre yarışma düzenlenmelidir.

* Yarışma bölümüne seçilen filmlerin: En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu, En İyi Müzik ve En İyi Görüntü Yönetmenleri dalında ödül verilmelidir.

* Festival komitesi bu konudaki hassasiyetlerini bütün festival emekçilerine iletmelidir.

* İzleyici ile iletişim kurabildiğimiz yegâne mekânlardır festival salonları. Ancak tanıtım aksaklıkları, izleyicinin belgesele olan eksik yaklaşımı festivallerde izleyici sayısını iyice düşürmektedir. Çoğunlukla filmlerimizi biz bize izledik. Bizim için gösterimler kadar festivallerin belgesel sinemanın konuşulduğu, tartışıldığı bir zemin olması da önemlidir. Bu yüzden film ekiplerinden yönetmen dışında en az iki kişinin daha katılım sağlaması için gerekli koşulların oluşturulması ve festival süresince belgesel sinemanın konuşulacağı platformlar hazırlanması belgesel sinemanın ve dolayısıyla sinemamızın gelişimi için çok önemlidir.

* Gösterimden sonra film ekibinin izleyici ile buluşması (Soru – cevap, tanışma) için uygun şartların hazırlanması gerekmektedir.

* Bizler özgün bir sinemanın ancak kendi topraklarından beslenerek var olabileceğini biliyoruz. Üretimlerimizin sinemaya katacağı değerin farkındayız. Kameramızla toplumsal değişime – gelişime katkıda bulunacağımıza inandığımız için özelikle belgesel film üretiyoruz.

Belgesel sinema bir tavırdır. Yaşamın gidişatına karşı alınmış bilinçli bir tavırdır. Belgesel sinema düşünmektedir, fark etmektir, tanımak – tanışmaktır, sahip çıkmaktır. Çabamıza sahip çıkalım.

(12 Kasım 2009)

Gizem Ertürk

13 Kasım 2009 Haftası

“2012”de kopan kıyametin çıkış noktası, Maya takviminin bu yıl itibariyle sona ermesi; bilimsel olarak da gezegenlerin aynı hizaya gelip güneş aktivitesinin yükselmesi ve dünya kabuğunun yer değiştirmesine neden olması. Sinemada teknoloji çıtasını belli aralıklarla yükselten birkaç isimden biri olan Roland Emmerich, kentlerin yok olmasına neden olan depremler, yanardağ patlamaları, dev dalgaların başrollerde olduğu sahnelerde, izleyenin yüzüne şaşkınlıkla karışık bir hayranlık ifadesi yerleştiriyor. Fakat… Hem argümanları zayıf, hem de barındırdığı insan öykücükleri klişe bir film bu. “Tehlikede kalan ve son saniyede kurtulan insanlar”ı o denli sık kullanıyor ki, sıkıcılık tuzağına düşüyor. Kendi adıma, bittikten sonra arzuladığım, sadece müthiş felâket sahnelerinin arka arkaya montajlandığı bir versiyonu yeniden seyretmekti.

“Bornova Bornova”, darbe ile ardından bastıran -tamamen para endeksli- serbestliğin, Türkiye’nin genç insanlarını, hayattan kopuk ve tehlikeli nasıl apolitik birer ‘şey’e dönüştürdüğünü, usulca ama etkin şekilde örnekliyor. Diyalog yoğun filmi, neden sinema ekranında izlemem gerektiğini bilemiyorum fakat evde, dvd oynatıcıda geri-ileri alarak çok keyifle izleyeceğime eminim.

“The Watercolor – Suluboya”, el emeği ve bilgisayar teknolojisini sabır kozasında birleştiren karikatürist Cihat Hazardağlı’nın ortaya çıkarttığı rengârenk bir kelebek. Resim kâğıdı dokusunu aynen hissettiren dijital görüntülerde yer alan plânlardaki suluboya tabloların içine girerek izlediğiniz, sanata, aşka, büyümeye dair evrensel bir öykü. Doğaldır ki, su kenti Venedik’te geçiyor. Oyuncuların tümü de bir suluboya tablonun saflığına yakışır biçimde oynamış. Sinemamız için bir ilk olan “Suluboya”, yaratıcı, estetik, insanın içini ılık duygularla dolduran bir güzellik.

“Turnuva”, aklın sınırlarını zorlayan insan kötülüğünün bu son zirvesinde, tümü -neyse ki- profesyonel olan otuz katilin birbirlerini en vahşi yöntemlerle öldürme oyunu ve bu eğlenceyi genel / özel kameralarla izleyip üzerlerine bahis oynayan çok zenginlere verilen hizmet (!) tanıtılıyor. Yönetmen, vicdanı temsil eden alkolik bir rahibi hikâyeye karıştırıp, bu karakter sayesinde, en vahşi katilin bile içinde ahlâki kırıntılar kalmış olabileceği umudunu taşısa da, esasen, tavizsiz şiddet ve sıkı aksiyonun sunulduğu bir seyirliğe imza atmış; ilk saniyelerden başlayarak hiç duraksamadığını söylemek mümkün.

(11 Kasım 2009)

Ali Ulvi Uyanık

aliuyanik@superonline.com

10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, İzmir’lilerin Yoğun İlgisiyle Sürüyor

10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, Yaşar Üniversitesi ve İzmir Türk – Amerikan Derneği Salonu’nda yapılan etkinlik ve gösterimlerle sürüyor. Yaşar Üniversitesi’nde Ayşe Teker ve İrem Altuğ, senaristlik ve oyunculuk deneyimlerini kısa film severlere aktardılar. İzmir Türk – Amerikan Derneği Salonu’nda başlayan gösterimlerde ise Territory, La Boya, Nino Balcoon, Yarın O Zaman ve Tamirci Çırağı adlı filmlerin gösteriminden sonra yapılan söyleşiye Yarın O Zaman filminin yönetmeni Aytuna Tosunoğlu ve Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölüm Başkanı Cenk Demirkıran katıldı.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, İzmir’lilerin Yoğun İlgisiyle Sürüyor yazısına devam et
  • Adam Fawer, Kanal 24 Sanat Takibi’nde

    Olasılıksız ve Empati kitaplarının yazarı Adam Fawer, Kanal 24 Sanat Takibi’ne konuk oluyor. Kitaplarının filme alınması hakkında ne düşündüğünden ilham kaynağına kadar tüm merak edilen soruların cevabı Kanal 24 Sanat Takibi’nde. Merve Genç’in hazırlyıp sunduğu, Ediz Gülten’in yönettiği Sanat Takibi, 04 Kasım Çarşamba, 20:20’de Kanal 24′te.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Adam Fawer, Kanal 24 Sanat Takibi’nde yazısına devam et
  • 10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Başladı

    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, dün akşam İzmir Türk – Amerikan Derneği Salonu’nda yapılan açılış töreni ile başladı.
    Festival başkanı Kayhan Kırmızıgül, Program yönetmeni Tuna Yılmaz ve yönetmen Sinan Çetin’in yaptığı konuşmalardan sonra Oscar ödüllü Marion Cotillar’ın başrolünü oynadığı ve dünyanın en önemli moda evlerinden olan Christian Dior için çekilen Lady Noire Affair adlı yapım gösterildi.
    Filmden sonra İzmir’in simge modacısı Ertan Kayıtken’in Kırmızı Halı (Red Carpet) isimli özel gösterisi Uğurhan Akdeniz’in koreografisiyle sunuldu.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Başladı yazısına devam et
  • Paradoks Film Akademisi Atölyeleri 14 Kasım’da Başlıyor

    Metin Gönen’in hazırlayıp yönettiği sinema atölyeleri 14 Kasım’da Kadıköy-Öteki Kültür Sanat’ta başlıyor. Atölyeler, sinematografik anlatımın ve dramaturji tekniklerinin öğretileceği Senaryo Yazarlığı Atölyesi; bir film yapmanın tüm aşamalarının somut olarak öğretileceği komple bir Temel Sinema Eğitimi Atölyesi ve Kamera Önü Oyunculuk Atölyesi’nden oluşuyor. Dört aylık atölyeler, fikirlerini somut bir filme dönüştürmeyi arzulayan tüm sinemaseverlere, senaryo yazarı ve oyuncu adaylarına yönelik hazırlandı.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Film Akademisi Atölyeleri 14 Kasım’da Başlıyor yazısına devam et
  • Beyond Belonging: Almancı, Tekrar Ballhaus Naunynstraße’de

    Beyond Belonging: Almancı!’nın Haziran 2009 İstanbul turnesinden sonra, festivalin dördüncü ayağı, göçe ilişkin başka hikâyeleri de araştırmak, bunları anlatmak ve sergilemek için tekrar Ballhaus Naunynstraße’ye uzanıyor. Evi Aramak (Calling Home) başlığı altındaki filmler memleketin neresi olabileceğini inceliyor. Memleketin, büyük olasılıkla telefonun diğer ucundaki bir yer olduğunu anlatıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Dünya Yerle Bir Olurken

    2012
    Yönetmen: Roland Emmerich
    Senaryo: Roland Emmerich, Harald Kloser
    Müzik: Harald Kloser, Thomas Wanker
    Görüntü: Dean Semler
    Kurgu: David Brenner-Peter S. Elliot
    Oyuncular: John Cusack (Jackson), Amanda Peet (Kate), Chiwetel Ejiofor (Adrian), Thandie Newton (Laura), Oliver Platt (Carl), Woody Harrelson (Charlie), Danny Glover (Başkan Wilson), Liam James (Noah), Morgan Lily (Lilly), Thomas McCarthy (Gordon), Zlatko Buric (Karpov)
    Yapım: Columbia (2009)

    Maya uygarlığının takviminden yola çıkan Roland Emmerich’in “2012” mahşer bilimkurgusu, aslında küresel ısınma yüzünden insanlığa uzak bir mahşer değil. Emmerich, mahşeri yaşatırken, filminde hikâyeler de anlatıyor.

    Maya uygarlığının takviminden yola çıkan “2012” bilimkurgu filmi, sinema perdesinde çok etkileyici mahşer görüntüleri yaratıyor. 1955 yılında Stuttgart’ta doğan Alman yönetmen Roland Emmerich’in 2004 yapımı “The Day After Tomorrow-Yarından Sonra” bilimkurgusunu görenler, “2012”den de etkilenecekler. Maya uygarlığı, M. Ö. 600’de yükselişe geçmiş, M. S. 250-600 arasında klâsik dönemini yaşamış, M. S. 900’e dek uygarlığı geniş bir alana yayılmış ve Kristof Kolomb’un işgâliyle sonları gelmiş. Maya uygarlığı astronomi, matematik, mimari ve sanat alanlarında çok gelişmişler. Mayalar, “güneş takvimi” kullanıyorlardı ve bizim kullandığımız “Gregoryen” takvime yakındı. Yılı 365,2422 gün olarak hesaplamışlar. Bizim kullandığımız takvimse 365,2420 gün. Arada sadece 17 saniye var. Mayalar, güneşten kaynaklanan manyetik değişiklikleri de hesaplamışlar. İşte bu hesaplamalar, Aralık 2012’yi gösteriyor. Elbette, filmde de gösterildiği gibi mahşer dünyayı ve içindekileri tümden yok etmiyor. Maya inanışına göre de öyle. Kıtalar kayacak ve yeni uygarlıklar oluşacak. Dünyanın tepesi Himalayalar değil, Afrika olacak. Ama, bunlar olurken dünya gerçek bir mahşeri yaşayacak. Yerler yarılacak ve her şey çökecek. Oynanuslar yükselecek. Tsunamiler oluşacak. “Tsunami”, Japonca “liman dalgası” anlamına geliyor ve “sunami” diye de okunuyor. Okyanus, “dünyanın tepesi” Himayalar’ı bile yutuyor. Ama, bu mahşerde de “Nuh’un Gemisi” olacak.

    Güneşten gelen felâket…

    Film, 2009 yılında Hindistan’da açılıyor. Jeolog Adrian Helmsley Hindistan’a gidiyor. Bakır madenlerini kontrol ederken jeolojik değişimlerin farkına varılıyor. Güneşteki patlamalar dünyayı etkilemeye başlıyor. Elbette Maya takvimi akla geliyor hemen. Bu takvimde, güneşteki değişimler hesaplanarak 21 Aralık 2012’de dünyanın sonu geleceği hesaplanmış. Film, bu takvimin mahşerini yaratıyor perdede. Filmde küresel ısınmaya dair bir şeyler söylenmiyor. Bir ihtimalden yola çıkılıyor. Astronomide ve matematikte ileri bir uygarlığın hesapları ya doğru çıkarsa? İşte film bu korkudan yola çıkarak küresel felâketi perdeden yansıtıyor. Özel efektler, öncelikle bilgisayarla oluşturulan atmosferler yer yer insanı o mahşerin içine alıyor. Depremlerle oluşan sarsıntılar, yükselen denizler, tsunamiler ve birçok şey. Bunlar olurken elbette filmde hikâyeler de var. En öndeki hikâye de Curtis ailesinin. Kitapları çok satmayan yazar Jackson Curtis, pek para kazanamadığı için bir Rus milyarder Yuri Karpov’un lumizin şoförlüğünü yapıyor. Yazmaya çok yoğunlaştığı için karısı Kate’i bile kendinden uzaklaştırmayı başarmış Jackson. Kate, Gordon Silberman’la yaşıyor artık. Jackson’ın oğlu ve kızı, Noah ve Lilly baba figürü olarak Gordon’ı yakınlarında görüyorlar. Ama, küresel felâket gerçek babaya yaklaştırıyor çocukları. Başkalarının da hikâyeleri yansıyor filmde. Jeolog ve başkanın yeni bilimsel danışmanı Adrian Helmsley ve başkanın kızı Laura Wilson’ın da hikâyeleri öne çıkıyor filmde. Hangi felâket olursa olsun sonunda kazanan daima aile ve aşk oluyor. İşte bütün bunlar filmdeki melodramı çoğaltıyor ve dünyanın trajedisinin içinde insani duyguları yansıtıyor. Yönetmen Emmerich’in kültürel genlerinden gelen karamsarlık da hissediliyor filmde. Her ne kadar finalde umut olsa da. Bu filmde bir şey daha fark ediliyor: Dünya yerle bir olsa da paran varsa kurtulursun… Yönetmen bu adaletsizliğe eleştiri de getirmiş. Filmde, Fritz Lang ustanın ruhuna da dokunuyorsunuz. Filmde, Çin’de inşası süren devasa gemide çalışan binlerce insanı görünce ustanın 1927 yapımı “Metropolis” bilimkurgusunu hatırlıyorsunuz. Hem görsellik hem de içerik anlamında. Emmerich, bu filminde bir şeyi daha unutmamış. Tsunami, Amerikan ordusuna ait John F. Kennedy savaş gemisini Beyaz Saray’ın üzerine bırakıyor. 1963 yılında suikasta giden Kennedy, Amerika’nın 35. başkanıydı. Filmde unutulmaz bir karakter de var. Woody Harrelson’ın hayat verdiği Charlie Frost, Montana ve Idoha eyaletleri arasında kalmış Yellowstone’daki ulusal parkta insanlığı uyandırmaya çabalayan Yunan mitolojisinden düşmüş bir Cassandra sanki. Charlie’nin varlığıyla seyirci bir an “Cassandra Sendromu”nu da yaşıyor. Yellowstone’un altında bir yanardağ var. Çok geçmeden o yanardağ patlıyor ve felâket daha da hızlanıyor. Filmde, küresel felâket her yere dokunuyor, ama sadece bir yere dokunmaya gücü yetmiyor. Orası da Müslümanların yoğun yaşadığı topraklar elbette. Yönetmen de zaten itiraf etmişti. Filmdeki İslâmofobi kendini iyiden iyiye hissettirmiş.

    (11 Kasım 2009)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Kız Kardeşim – Mommo, Mumbai Film Festivali’ni Açacak

    Atalay Taşdiken’in, 8 uluslararası, 3 ulusal ödüle sahip filmi Kız Kardeşim – Mommo, başarılarına bir başarı daha ekleyerek 06 Kasım’da başlayacak olan Hindistan Mumbai Uluslararası Çocuk Film Festivali’nin açılış filmi oldu. Her yıl açılışını kült bir filmle yapmayı gelenek haline getiren Mumbai Film Festivali, bu seçimi ile açılışını ilk kez bir Türk filmi ile yapmış olacak. Festivalde filmin senaryo yazarı ve yönetmenliğini üstlenen Atalay Taşdiken ve Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdür Yardımcısı Hüseyin Ülger açılışta Hintli sinemaseverler ile buluşacak.

    İstanbul Modern Sinema’nın Video Programı “Melekler Düşerken” The Wall Street Journal’da

    The Wall Street Journal Gazetesi’nin 30 Ekim tarihli Cuma – Cumartesi sayısında, İstanbul Modern’de gösterilmekte olan, küratörlüğünü Paolo Colombo’nun üstlendiği Melekler Düşerken başlıklı video programı “Haftanın En İyileri” arasında yer aldı. J. S. Marcus imzalı yazıda, İstanbul Modern’in Polanski’nin 22 dakikalık Melekler Düşerken başlıklı okul bitirme projesinin kavramsal bir referans noktası olarak kullanıldığı bir sergi düzenlediği, çağdaş video sanatından beş eserin yer aldığı, bu “enstalasyon benzeri sergi”nin, filmdeki birbirini tamamlayan iki motifi, masumiyetin kaybı ve günahlardan arınmayı ele aldığı belirtildi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Modern Sinema’nın Video Programı “Melekler Düşerken” The Wall Street Journal’da yazısına devam et
  • Ninja’nın İntikamı

    James Mc Teigue’nin yönettiği ve Rain, Naomie Harris, Ben Miles ile Rick Yune’ın oynadığı Ninja’nın İntikamı (Ninja Assassin), 08 Ocak 2010’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Film, dünyanın en ölümcül suikastçilerinden olan Raizo’yu konu alıyor. Raizo, çocukken, varlığı bile bir söylence olarak kabûl edilen gizli örgüt Ozunu Klanı tarafından sokaklardan alınıp bir ölüm makinesi olmak üzere eğitilmiştir. Arkadaşının klan tarafından acımasızca öldürülmesini bir türlü unutamayan Raizo, örgütten kaçar ve ortadan kaybolur. Şimdi intikamını almak için hazırlık yaparak beklemektedir.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer haber ve basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ninja’nın İntikamı yazısına devam et
  • 1001 Belgesel Film Festivali, 12. Yılını Kutluyor

    Türkiye’de düzenlenen ilk belgesel film festivali olan 1001 Belgesel Film Festivali on ikinci yılını kutluyor. 04 – 11 Aralık 2009 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek olan festival yine dünyanın her köşesinden öyküleri İstanbul izleyicisine taşıyacak. Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) tarafından, Türkiye’de belgesel sinema kültürünün yerleşmesi ve gelişmesi için düzenlenen 1001 Belgesel Film Festivali, farklı kültürlerin birbirleri hakkında daha fazla bilgi edinmelerini hedefliyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Orada’nın Festival Yolculuğu Devam Ediyor

    Katıldığı Ghent ve Montpellier Film Festivalleri’nde Belçikalı ve Fransız, Yeni Delhi Film Festivali’ndeyse Hintli izleyicilerin büyük beğenisini kazanan, başrollerini Dolunay Soysert, Sinan Tuzcu, Erol Günaydın’ın paylaştıkları, Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu’nun ilk filmleri Orada, festival yolculuğuna Amiens ve Bratislava’da devam edecek. Fransa’da Türkiye Mevsimi Etkinlikleri çerçevesinde 29. Amiens Film Festivali’nde gösterilecek film, daha sonra Bratislava Film Festivali’nin ana yarışmasında yılın en ilk filmleri arasında ülkemizi temsil edecek. Orada, 25 Aralık 2009′da vizyona girecek.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Nefes: Vatan Sağolsun, 3. Hafta Sonu Gişe Rakamları

    Nefes: Vatan Sağolsun filmi, vizyonda olduğu üçüncü hafta sonunda da box office liderliğini elinden bırakmayarak 345.457 kişi tarafından izlendi ve toplam 1.560.603 kişilik izleyici sayısına ulaştı. Geçen hafta sonunda 259.876 kişi tarafından izlenilen Nefes: Vatan Sağolsun, üçüncü hafta sonunda geçen hafta sonuna göre %33 artış yakalayarak 345.457 kişi tarafından izlendi.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.