Çilingir Sofrası 3

Dedi/Kodu

Kodu: Geçen sayının dağıtımı sonrasında Çilingir Sofrası’nda sunulanlar kimi vatandaşın midesine dokunduğundan, fısıltı gazetesinden bazı duyumlar aldık ve yeni bir bölüm icat etmek durumunda kaldık. Demişler ki: “Ne duysa yazıyor, bilâ muvazzaf vallahi ve billâhi bir daha dergiyi buralara sokmam.” Ben düşündüm ki: “İki kişinin başbaşa konuştukları sır olabiliii, ancak ikiden fazla kişinin konuştukları kamuoyunun malıdııı, vatandaşa duyurmak vazifemizdiii. Duyulmasından çekindiğin lâfı etmeyiver efendim, ediverirsen duyulur deye neye çekiniyorsun?

Dedi: Ayın Dedi/Kodu’su İstanbul Film Festivali ile ilgilidir, şöyle yapılıyor: Festival dediğin şenlik demektir; şenliklerden de vatandaşlar ücretsiz faydalanır; oysa bunlar açıkça ticaret yapıp para kazanıyorlar. Festivalin açılışı Emek Sineması’ndan daha az koltuğa sahip olan Cemal Reşit Rey salonuna alınınca “yerlerin numarasız olduğu, erken gelenin istediği yere oturabileceği” duyuruldu. Ancak yine de açılış vatandaşın ilgisine mazhar olunca Agah Özgüç (Mega Movie), Murat Özer (Sinema Gazetesi), Sadi Çilingir (Cinemascope), Niyazi Hancı (TGRT) gibi işin göbeğindeki arkadaşlar -ki bunlara sinekolik denebilir- konuşmaları gökyüzüne yakın 15. balkondan izledikten sonra Almodovar’ın filmi başladığında rahat bir şekilde seyretmek için aşağıya indiler. Film gösteriminden önce salonu gözle görülür bir şekilde boşaltan vatandaşlar ise Zeplin’in yükselmesi için salınan gaza benzer ve gemici dilinde “safra” diye adlandırılırlar.

“Dedi Kodu Değil” Bölümü: “Yusuf Şahin’in sahnede ne kadar hanım varsa hepsini öpmesi” ile “Halit Refiğ’in -hemen hemen her konuşmasında olduğu gibi- ‘öğretmen ve filozof’ havasına girmesini” ilginç hoşluklar olarak belirttikten sonra “dedi/kodu” harici kendimizden telif bir soru soralım: “Koskoca festivalde açılışta gösterilecek başka film yok muydu da dönmeler / travestiler / aykırı kişileri anlatan bir film gösterdiniz? İnsanların özel hayatlarına karışılmaz, ister bağa, ister dağa çıkarlar, ancak her gece eğlence diye topluma sunulan Bülent, Virjin, Fatih, Bilâl, Aydın gibi san’atçılardan kurtulmak isterken bir de -matah bir şey gibi- filmlerle insanlara aykırılığı sunmanın ne âlemi var? “Aynı Yolun Yolcusu” şu filmler de öyledir: “Neurosia: Sapkınlığın 50 Yılı”, “Seksin Einstein’ı Dr. Magnus Hirschfeld’in Yaşamı ve Yapıtları”, “Kendi Kendimin Kadınıyım”, “Benim Güzel Çamaşırhanem”, “Priscilla Çöller Kraliçesi”, vs, vs. Her festivale böyle filmler sIkIştIrIlmAsI gerekli mi? Oldu olacak seneye de bir TOP filmi getiriverin. Yani “Dünya Kupası 1974” gibi; başrolünde Pele’nin oynadığı. (Yazı İş. Md.üm son kontrolda burada konuya müdahil oldu ve: “Getirsinler tabi abi.” dedi; “Hani Sylvester’ın kaleci olduğu, ‘Zafere Kaçış’ı.” Ben de: “Yok yahu, o değildir; Pele’ninki gerçek belgeseldir ve daha öncedir.” dedim.)

Dedektif Madigan

Dedek-1: Önce SİYAD Filiz Akın’a, sonra festival Çolpan İlhan’a onur ödülü verdi. Her iki sanatçı da “unutulduklarını sandıkları bir zamanda kendilerini hatırlayanlara” şükranlarını sundular. Çolpan İlhan’ın: “45 yıldır yaptığım oyunculukta yağmurda / karda/ çamurda, şehirde / dağda / çayırda yaptığımız çalışmalar nedeniyle bir gün ödül alacağımız hiç aklımıza gelmemişti; hayatımın en güzel ödülünü aldım, teşekkür ederim.” şeklindeki ifadesi bir yerde toplumumuzun değerbilmezliğini geç de olsa telâfi ettiğini belgeliyordu. En parlak çağlarını geride bırakan sinemamızın yaratıcılarına verilen benzer ödüller geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. Son yıllarda yapılan yerli filmlere gösterilen seyirci rağbeti bu ödüllerin boşa gitmediğini de gösteriyor.

Dedek-2: “Bayan Bacak” bir zamanlar şarkıcı Serpil Örümcer’in lâkabı idi fekat Julia Roberts piyasaya çıkınca Serpil mecburen unutuldu. Demem o ki Şişli’de bir sinemada “Tatlı Belâ”nın fragmanını Cinemascope olarak izleyen vatandaş aynı filmin kendisini görmeye gittiğinde Cinemascope olmadığını farketti, şaştı kaldı. Cinemascope filmler için normal formatta fragman hazırlanması olağan bir şeydir, ancak ilk defa rastlanılan böyle bir durumda yönetmenin yaratıcılığı da güme gitmektedir. Bu kanaatin gerekçesi şudur: Yönetmen çerçeveyi geniş olarak düşünmekte ve mizansenini ona göre düzenlemektedir; o mizansen perdede dar çerçeveye yerleştirildiğinde -nasıl derler- güdük kalmaktadır. Bu yazıyı okuduktan sonra filme giderseniz dikkat edin, filmin başlarında Julia -galiba bebesi kucağında- mutfakta o muhteşem bacaklarından birini duvara -veya dolaba- 90 derece açıyla dayıyor. Ben Etiler Hillside’da bacağı ayak başparmağına kadar gördüm, gelgelelim Şişli’de neredeyse dizinin altından kesik. Niye? E? E? E?