18 Eylül 2009 Haftası

“Veba”, bir gün gelip insanları hızla yok eden bir felâketle karşılaştığımızda, korku ve baskı altında, kendimizi kurtarabilmek için en sevdiklerimize bile bencil ve kötü davranabileceğimizi tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Issız yollarda havadan bulaşan virüsü kapmadan güvenli kumsala ulaşmaya çalışan dört genç insanla duygudaşlık kurup sınanacağınız, gerçeklik ekseninde ilerleyen bir çalışma.

“Şeytanın Oteli 2”, turistleri vahşice öldüren bir tür ‘kar adamı’nı ilk bölümün sonunda hakladığını zanneden genç kadının -bulunarak- faaliyetine son verilmek üzere olan bir hastaneye getirilmesiyle, türün klişelerini kullanmaya başlayan orta karar bir devam filmi. Dağın bembeyaz ıssızlığının ve müzik kullanımının atmosfere etkisine dikkat çekerim.

“Öldüren Kelimeler”, İngilizce dilinin içindeki bazı sözcüklerin -doğaldır ki- duyulup anlaşılmasıyla bulaşan yeni bir virüsün insanları şiddete yönelttiğini ve bu dalganın kendi kasabalarından başlayıp giderek yayıldığını fark edip yayım yaptıkları kilise bodrumunda kapana kısılan program sunucusu, yapımcısı, teknisyeninin dışarıda olup bitenleri öğrenme çabaları üzerinden gelişen psikolojik korku. Ama asıl, bir yerden sonra iyice politikleşen ve eski İngiliz – Fransız kolonisi olan Kanada’nın bir küçük yerleşim birimindeki salgından yola çıkarak ‘her tür sömürge’ mantığını keskince eleştiren bir film. Seyirci ile arasındaki engel, dakikalar ilerledikçe entelektüel yapısının baskın çıkıp, öykü ayrıntılarının anlaşılmaz olmaya başlaması… Oyuncular ise müthiş.

“Göçenler, Göçürenler… Ne Varsa Götürenler”, “Bridge to Terabithia – Terabithia Köprüsü” ve “The Secret of Moonacre – Ay Prensesi” adlı iki aile filminin yönetmeni olarak anımsayabileceğiniz, ‘on parmağında on marifet’ olan Macar yönetmen / yapımcı / animasyon sanatçısı / senarist / besteci / görüntü yönetmeni Gabor Csupo’dan, çalıştığı ülke de olan Amerika’nın rüyasına, tüketim manyaklığına, azgınlığına, sosyal adaletsizliğine, görgüsüzlüğüne ‘giydirdiği’ animasyon. Bir Rus ve kızı ile bir Macar’ın kaçak göçmen olarak yaşamaya çalıştıkları L. A. kentini model alarak tüm bir sistemi, eski Demir Perde’yi de ihmal etmeden taşlayan, hızlı akan / dolgun bir çılgınlık. Büyük olasılıkla DVD’de iyice tadına vararak izlemek isteyeceksiniz. Aman önemli: SADECE BÜYÜKLER İÇİN!

“G-Force”, FBI için eğitilmiş kemirgenler ve yardımcıları kınkanatlılar, çift kanatlılar vs. animasyon kahramanların canlı oyuncularla bir araya geldiği ve -bildiniz- “Transformers”dan ödünç alınmış gibi duran sahneler de dâhil, karmaşık teknolojisi ile hayranlık uyandıran ‘A’ sınıfı Amerikan eğlencesi. Özellikle, dijital 3 Boyutlu kopyalarından hiç olmasa bir tanesine altyazı basılabilseydi de, Türkçe değil de, orijinal seslendirmenin tadına varabilsek, örneğin Nicolas Cage, Sam Rockwell, Penelope Cruz gibi oyuncuların ‘kemirgen’liklerine tanık olabilseydik!

“Blood: Son Vampir”, bir anime uyarlaması. Yarı insan yarı vampir genç (400 yaşında!) Saya, babasının intikamını almak için ‘ana vampir’ Onigen’i (“The Last Samurai – Son Samuray’dan Koyuki) bulup yok etme yolunda, şimdi, Vietnam Savaşı’nın sürdüğü 1970’lerde, Amerikan derin güçleriyle işbirliği yapmaktadır…

Bu filmi izlemeniz için başlıca nedeni mi sordunuz? Estetiğinin doruklarına çıkmış stilize şiddet içeren aksiyon sahneleri tabii ki! Her plân, kanın boyadığı bir hareketli tablo gibi. Bir de, “Requiem for a Dream – Bir Rüya için Ağıt” için bestelediği müzik ile adının belleklerinize kazındığını düşündüğüm Clint Mansell’in, yine farklı tınılar içeren çalışması. Oldukça uluslararası bir film olduğunu vurgulayalım: Çin ve Arjantin’de çekilmiş, Hong Kong-Japonya-Fransa ortak yapımı. Yönetmen Fransız, oyuncular Güney Koreli, Japon, İrlandalı, Amerikalı…

(16 Eylül 2009)

Ali Ulvi Uyanık

aliuyanik@superonline.com

“18 Eylül 2009 Haftası” üzerine bir yorum

  1. Türk filmleri için de yorumlarınızı bekliyoruz Ali Bey…

Yorumlar kapalı.